Blog Listem

27 Kasım 2022 Pazar

Bipedalizmde Foramen Magnum'un Orta Eksene Kaymasının Sebebi Notları

 Anatomik ve Fizyolojik Evrimin Ters Düşünülmesi - Ters Hipotez



Örnek üzerinden gidersek düşüncem şu:

Primatlarda foramen magnum deliğinin; bipedalizm süreci meydana gelirken başın arkasından ortaya doğru kaydığı söylenir. Bu şahsımca çok havada kalmış bir varsayımdır. Benim varsayımım: Evrimsel sürecin üç ana temelinden birisi olan mutasyonun, daha büyük rol oynadığı yönünde. Basitçe benim varsayımım: Primatlar ayağa kalktığı için foramen magnum deliği ortaya kaymadı. Mutasyon sonucu, ortada foramen magnum deliği olan üye çoğalabildi. Ve genini aktardı. Bu varsayımımı yanlışlayabilecek kanıtlar; Kademeli olarak kemikteki değişimi gösteren fosiller olacaktır.

Bipedalizmle ilgisi olan pelvis kemiğinin genişlemesi de bu şekilde gerçekleşmiş olabilir. Hatta pleiotropik bir gen buna sebep olmuş olabilir.



16 Nisan 2022 Cumartesi

İklim Değişikliği ve Nüfus Artışı İle İlişkisi

 Dünya'nın, yalnız iklim değil; ekonomik, toplumsal ve uluslararası sorunlarının başlıca nedeni nüfus artışı sorunudur. Her ne kadar dünya halkının refah seviyesi belli seviyenin üstünde olan kısmı bunun etkilerini hissetmese ya da görmezden gelse de; bu sorun her canlıyı etkileyen, önüne geçilmesi gereken bir sorundur. Bu konudaki çeşitli kurguların; toplum içinde dolaştığına ve ülkelerin gizli gizli nüfus sorununa çözüm aradığına, nüfusu azaltmak için çeşitli yollar denediğine dair söylentilere rast gelmiş olabilirsiniz. Pek tabii bu söylentiler gerçek de olabilir.

 İnsanlar, özellikle çevreyi etkileyen sorunların etkisini çok geç hissediyorlar. Bilim insanlarının da işi; sorunları öngörmek ve çözüm sunmak olduğundan, bilim insanlarının önerilerini dinleyen toplumlar sorunlarını büyümeden halledebiliyorlar. Şu anlık dünya nüfusunun; bir sorun olmadığını, sadece kaynakların adil paylaşımında sorun olduğunu söyleyen bilim insanları da var. Fakat refah yaşayan toplumlar, bir şekilde kullanılan toplumlar sayesinde refah yaşadıkları için: nüfusun bir sorun olduğunu söyleyen bilim insanlarına hatta bunu dile getiren vatandaşlara, yanlış düşündüğü ve bunun bir insan hakkı ihlali olduğunu söylüyorlar. TÜİK verilerine göre, Türkiye nüfusunun 2050 yılında 93 milyon olması bekleniyor. Farklı senaryolara göre 104 milyon- 110 milyon gibi rakamlar da mevcut. Dünyadaki durum ise, 2050 yılında 9 milyar 306 milyon kişiye ulaşması yönünde. Şu an yaklaşık 8 milyar olan nüfusa göre; 28 yılda 1-1,5 milyarlık bir artış hayli yüksek bir oran.


Nüfus artışı özellikle ekonomik olarak öyle büyük bir sorun ki; bu sorun yaşanmasa dünyanın sırtından olağanüstü bir yük kalkacak durumda. Çünkü üretimin, tüketimin ve tüketim artıklarının ne kadar fazla olacağı nüfusa bağımlı olmakla beraber; artıkların birikiminin yanında yok edilmesi eser miktarda kalıyor ve sonu gelmeyecek bir atık birikimi yaşanıyor. Diğer bir yandan; doyurulacak boğaz sayısı arttıkça üretim için gereken hammaddelerin doğadan karşılıksız alınması da artıyor, dolayısıyla atıklar da olağanüstü sayılara ulaşıyor. Her ne kadar bazı medeni ülkeler, doğaya olan borçlarını ödemek için çaba sarf etseler de; çoğunluk bunu gerçekleştirmedikçe yararımıza bir gelişim olabilmesi pek olası değil. Üretim için kullanılan hammaddelerin hepsi doğadan karşılansa, böyle bir durum yaşanmayabilirdi. Kaldı ki hepsi doğadan karşılanmıyor. Bu konuda denebilir ki: "Petrol ve türevlerinin; ucuz hammadde, kolay üretim adına açgözlülükle sömürülmesi, insanoğlunun kolaycılığının tarihteki en büyük yansımasıdır."


Doğayla Uyum İçindeki İnsanın Hammaddeye Erişimi


Doğayla uyum içinde yaşayan insanlar; bir şeyler üretmek için gereken hammaddeleri doğadan karşılarken, tamamen sömürmemek ve süreklilik için yaşam biçimlerine göre stratejiler geliştirmiştir. Bu stratejiler göçebe insan için; bir bölgedeki hammaddeleri öğrenip bir kısmını kullandıktan sonra yer değiştirmesi; yerleşik toplum için ise, insanlık tarihini büyük ölçüde değiştiren stratejilerden birisi olan tarımdır. Tarım, yerleşik hayatın gerekliliklerinden biridir. Yerleşik hayata geçiş ve tarım sayesinde; nüfus artışı hızlanmış ve toplulukların yeryüzüne yayılış alanı genişlemiştir. Sebebin açıklaması ise: üretilen gıdanın depolanabilmesi, topluluk içinde ve dışında alışverişler olmasıdır.



Nüfusun iklime etkisi ise; hammaddelerin yanlış kullanımı, aşırı tüketim ve bunun sebep olduğu kirlilik birikimidir. Bu konudaki sorunun sebebini kaynakların adil kullanımına bağlayan bilim insanları, kirlilik birikimi gibi sorunlara ekstra çözüm aramaktadırlar. Oysa ki diğer şekilde sorunu belki de kalıcı olarak çözebiliriz. Tabi burada devreye etik girdiği için her önerilenin de uygulanmasından önce bir filtreden, denetimden geçmesi gerekir. Bilimin önerileri doğru önerilerdir fakat etik konusu bu kesinliği bozmaktadır.




31 Aralık 2021 Cuma

İnsan Evriminde Bipedalizm'e Geçiş ve Aile Yapısının Oluşmasıyla İlişkisi

Bilim camiasında öne sürülen hipotezler; bilimsel olması açısından daima şüphe ile kontrol edilir. Çünkü rasyonel olarak gerçeğe ulaşmanın tek yolu şüphe ile kontroldür. Böylece olası her hatanın önüne geçilir. 

  Canlılar evrimsel süreçte bazı zor zamanların üstesinden birlik olarak gelmiş, bazı canlılar bu durumun avantajını bir yaşam şekli haline getirmişlerdir. Alglerin ve mantarların karşılıklı yarar sağlayarak oluşturdukları birlikteliğe liken denir. Likenler bu durumun bir örneğidir fakat liken asla kendi başına bir canlı değildir. İki canlı arasında süren bir birlikteliktir.

 İnsanlar da; avcılık, toplayıcılık ve birden fazla insan gücüne ihtiyaç olan; inşa etme, yırtıcılara karşı kendini savunma gibi durumlarda birlik olmanın avantajını kullanmışlardır. İnsanların bir araya gelme iç güdüsü: bir işi birden fazla insanın ortaklaşa yapmasının daha az enerji gerektiren bir iş yapma şeklinden dolayı ortaya çıkmıştır. İnsan dışında, daha eski bir örneği doğadan verirsek; karşılıklı yarar sağlayan türlerin bir arada yaşamaları diyebiliriz. Az önce belirttiğimiz mantar - alg birlikteliği olan liken de bu duruma iyi bir örnektir. Doğa, doğal olarak ekonomik işler. Birbirleriyle karşılıklı alışverişle yaşadıklarında daha başarılı olan canlılar bu yolu seçerek evrimleşmişlerdir.

İnsanlar arasındaki birliğin; küçük ve özel bir örneği olan aile yapısının ilk oluşma aşaması da oldukça ilginç bir evrimsel adaptasyona dayanır, bipedalizm. Bipedalizm, yani iki ayak üzerinde durma, dişinin anatomik yapısında kritik bir değişime sebep olmuştur. Dört ayak üzerinde, yani iki el iki ayak üzerinde dururken; dişideki pelvisin açıklığı doğum için uygun yapıdaydı ve yavruların kafası henüz pelvisi esnetecek kadar büyük değildi. Fakat evrimsel süreçte hem güvenlik hem de yeni besin kaynakları bulmak için iki ayak üzerine kalkmak, pelvis yapısını daha dar bir açıklık oluşturacak şekilde değişmesi için teşvik etti. Bu süreçte ayrıca beynimiz de büyüdüğü için kafamız da büyüdü ve dişinin yavruyu doğurabilmesi için pelvisin esneyebilmesi gerekiyordu. Pelvis hem geniş olup hem de iki ayak üzerinde duramazdık. Çünkü dişilerin yürümesi, yırtıcılardan kaçması zor olacaktı. Ve nesli devam ettirebilme başarısı tehlikeli derecede düşecekti. Bu süreçte elbette dişilerin yürümesi, koşması bir noktada aksadı. Erkekler; normalde tek görevi olan dişiyi döllemeyi gerçekleştirdiklerinde terk eder, yeni dişi ararlardı. Çünkü doğasında bu vardı. Fakat nesil devamı bu durumda tehlikeye girdiği için yırtıcılardan kaçamayan dişiyi, dolayısıyla yeni nesli devam ettirecek yavruyu korumak için terk etmemeliydi. Böylece aile diyebileceğimiz o özel yapı oluşmaya başladı. İnsansıların doğası; dişilerde anatomik olarak, erkeklerde cinsel davranış olarak değişime uğradı. Artık erkeğin olabildiğince dişiyi döllemesi değil ailesini koruması doğal bir durum haline geldi. Aksine de aldatma dedik. Doğadaki çeşitli stratejilerin avantaj olmasının yanına da birlik olmak eklendi. Özellikle insansılar ve insanlar için...

 Sonuçta başarılı olmanın temel sebeplerinden birisi birlik olmaktı. Yerleşik hayata geçmiş olan bizlerdeki birlik olma içgüdüsü zaman geçtikçe körelmiş ya da belli başlı konulara indirgenmiş oldu. Yerleşik hayata geçme, teknolojik gelişmeler, keşifler yeni iş alanları ortaya çıkarttı. Böylece az bir iş varken çok fazla ortak noktası olan insanların ortak noktaları gittikçe daha fazla seyrelmiş oldu, bazı ortak yönlere sahip ufak topluluklara ise arkadaşlık dedik.


Bu, bilimin; öngörülebilirliği, geçmiş izlerden sadece bir kaç bilgiyle projeksiyon yapabilmesi ve aile gibi özel bir yapının nasıl oluştuğunu bize anlatabilmesi, oldukça etkileyici ve ilham verici olmalı...

22 Aralık 2021 Çarşamba

Sinek Kuşları Notları


    Ebabiller takımının sinek kuşugiller familyasında yer alan; Dünya'nın en küçük kuş türünü de içeren sinek kuşlarının muazzam hızlı metabolizmaları vardır. Bu sebepten ötürü sürekli beslenmek zorundadırlar. Sinek kuşları günde yaklaşık 3.14 - 7.6 kalori tüketirler. Eğer biz, bir sinek kuşunun metabolizmasına sahip olsaydık; bu harcanacak enerjiyi karşılamak için günde yaklaşık 150.000 kalori tüketmemiz gerekirdi. Yani sinek kuşlarının metabolizma hızı bizim metabolizma hızımızın yaklaşık 70 katıdır. En küçük türü olan arı sinek kuşlarının boyu ortalama 5 - 6,1 santimetredir. Bozuk para ağırlığında olmaları ve vücut ağırlıklarının % 25'inin güçlü göğüs kaslarından oluşması bu kuşları müthiş uçma yeteneğine sahip canlılar haline getirir. Havada 80 km/saat sürate ulaşabilen bu kuşlar ayrıca geriye doğru uçabilen tek kuş olma özelliğine sahiptir. Normalde kuşlar kanatlarını aşağı - yukarı çırparlar. Fakat sinek kuşları tıpkı böceklerde olduğu gibi kanatlarını ileri- geri çırparak havada yatay bir 8 (sekiz) çizerler. Kaynaklara göre farklılık göstermesiyle birlikte kanat çırpma sayıları saniyede 10-15 defa ile 80 arasındadır. Rekor seviyede; saniyede 80 kez kanat çırpma örneği Calliphlox amethystina türündedir. Böceklerde saniyedeki kanat çırpma miktarı yüzlere hatta binlere kadar çıkar. Fakat bir kuş için en hızlısı sinek kuşlarıdır. Ayrıca sinek kuşları, homeotermik (sabit vücut sıcaklığı) canlılar arasındaki vücuduna oranla en yüksek metabolizmaya sahip canlıdır. Sinek kuşlarının en iyi olduğu kulvar bir kaç tane değildir. Bir diğeri de dil uzunluğudur. Vücuduna oranla dünyanın en uzun diline sahiptir. Bu bir insanın 1 (bir) metre dili olmasıyla eştir. Uzun sivri, iğne şeklindeki gaga; nektarlarla beslenen kuşlarda ortak bir özelliktir. Ucu çatallı dilleriyle nektarlarla beslenen sinek kuşları ise sürekli beslenmek zorundadırlar çünkü dediğimiz gibi metabolizmaları çok hızlıdır. Bu metabolizmanın hızını; kalp atımının dakikada 1260'a kadar çıktığını düşünürsek, bu denli enerji alımının zorunlu olduğunu söyleyebiliriz. 

Çok küçük ve çok hafif olmaları bazı koşullarda bireyler arası rekabeti tetikler. Tropik bölgelerde yaşam sürdürdüklerinden bu koşullardan başta geleni yağmurdur. Beslenirken havada durmak zorundadırlar ve bir yağmur damlası dahi dengelerini bozabilmektedir. Bu yüzden yağmur esnasında beslenme zorlaşır. Rekabet, yağmur biterken en yoğun noktasına gelir. Çünkü yağmur yağarken sabit duramazlar, tüyleri ıslanacağı için kanat çırpmak zorundadırlar. Bu enerji kaybı da yağmur sonrasındaki sıkı rekabeti beraberinde getirir. Havada asılı durmak için gereken enerji, neredeyse Dünya'daki tüm aktivitelerden daha fazladır. Bizim böyle bir enerji tüketimine dayanabilmemiz için dakikada bir kutu gazlı içecek içmemiz gerekir. Bu enerji alımı mümkün olduğunca kesintisiz olmalıdır, eğer sinek kuşları 10 dakika gıda almazlarsa bu enerji tüketimiyle yaşamsal aktivitelerini kaybedebilirler. Uzun göç dönemlerinde hayatta kalabilmek için yedek besin olarak yağ depolarlar. Bu depolama, vücut ağırlıklarını % 45 - 50 oranında artırır ve sonuçta maksimum uçuş süresini uzatmış olurlar. 800 kilometre hiç durmadan göç uçuşu yaptıkları gözlenmiştir.  Ayrıca beslenmedikleri gece vakitlerinde, kış uykusuna benzer bir uyuşukluk durumuna girerler. Bu esnada kalp atışlarını dakikada 80 - 150' ye kadar düşürebilirler. Oransal ifade edersek; geceleri metabolizmalarını, normal metabolizma hızlarının 1/15'ine kadar düşürebilirler. Bu müthiş bir metabolizma kontrolüdür ve yüzey alanı - vücut ısısı ile ilişkilidir.

Dişi Sinek Kuşlarının Evrimsel Adaptasyonu 

Bir araştırmaya göre dişi sinek kuşları, erkek sinek kuşlarının çiftleşmek için rahatsız etmesini önlemek adına bir adaptasyon geçirmiş. 

İncelenen türün erkekleri, parlak mavi kafa ve boyuna sahipken, türün dişileri normalde düz renklere sahip olması gerekiyor. Fakat türün dişilerinin %30'u erkekler gibi parlak mavi renklerde olduğu gözlemlenmiş. Dolayısıyla erkeklerin bu parlak renkli dişileri daha az rahatsız ettiği görülmüş. Bu sayede dişiler daha uzun süre beslenebilmişler. Araştırıcılar; dişilerin bu adaptasyonu erkekleri etkilemenin aksine ilgiden uzak kalabilmek ve daha sık beslenebilmek için geliştirdiğini düşünüyor. 

20 Aralık 2021 Pazartesi

Birlik Olma İçgüdüsü ve Kültürel Düzeyle İlişkisi

 İnsanların bir araya gelme iç güdüsü, bir işi birden fazla insanın ortaklaşa yapmasının daha az enerji gerektiren bir iş yapma şeklinden dolayı ortaya çıkmıştır. İnsan dışında, daha eski bir örneği doğadan verirsek; karşılıklı yarar sağlayan türlerin bir arada yaşamaları diyebiliriz. Doğa, doğal olarak ekonomik işler. Birbirleriyle karşılıklı alışverişle yaşadıklarında daha başarılı olan canlılar bu yolu seçerek evrimleşmişlerdir. İnsanlar da; avcılık, toplayıcılık ve birden fazla insan gücüne ihtiyaç olan inşa etme gibi hayatını devam ettirmek için iki ayrı yolu seçen grupları da ayrıca tanımlarız. Sürekli göç eden insan topluluklarında; örneğin civarı keşif için bir grup, gıda ve su kaynaklarını keşfedecek bir grup, güvenlik için bir grup gibi yine grup içinde grup oluşturmuş olabilirler. Sabit yaşayan topluluklar da iş bölümleri değişebilir. Örneğin göçebelerde yuvayı güvenlik altına alan dişiler, yerleşik hayatta gıdadan da sorumlu olmuş olabilirler.



 Sonuçta başarılı olmanın temel sebeplerinden birisi birlik olmaktır. Yerleşik hayata geçmiş bizlerde zaman geçtikçe birlik olma içgüdüsü körelmiş ya da belli başlı konulara indirgenmiştir. Yerleşik hayata geçme, teknolojik gelişmeler, keşifler yeni iş alanları ortaya çıkarmıştır. Böylece az bir iş varken çok fazla ortak noktası olan insanların ortak noktaları gittikçe seyrelmiştir. Zaten birliğin sayıca indirgenmiş haline arkadaşlık demiyor muyuz? 

Peki başarılı olmak artık o kadar ilkel tanımı olan bir kavram mı ? Değil elbette. Bir kavramın da değiştiğini bu şekilde gösterebiliriz.

Modern dünyada da bir araya gelme yine ortak yönlerin varlığıyla gelişir. Ve bu ortak yönler, birliğin içindeki yoğunluğuyla farklılık gösterir. Bu yüzden diyebiliriz ki: Kültürel düzey arttıkça birlik olma kavramı azalır ya da birlik olma ihtimali azalır.


Peki toplumun çoğunluğunu oluşturan, düşük düzey kültürel varlığa sahip kısmı, bu kadar birlik olma içgüdüsüne sahipken; kültür düzeyi fazla bireyler arasında birlik olma kavramı neden bu kadar azdır? Sebebi olan ortak yönleri özelleştirirsek: Zevklerin, eğlence anlayışlarının hatta beslenme alışkanlıkları ve çeşitliliğinin farklı olması diyebiliriz. Düşük düzeye sahip bireyin her hangi bir konuda fanatik olması, kültürel düzeyi yüksek insanın daha çok objektif yaklaşabilmesi gibi bir örnek verebiliriz. Ki bu her zaman böyle değildir. Bu çeşitliliğin sebebi oldukça farklı bir konu olduğundan daha detaylandırmayacağım.


Sonuç olarak, birlik olma, başından beri yarar sağlayan ama gerek toplumun yaşayış şekli, gerek iş alanlarının farklılığı, kültürel farklılık gibi çeşitlenmeler: Birlik olma kavramını özelleştirmiştir.


16 Aralık 2021 Perşembe

Neden Neandertaller bizim gibi başarılı olamadı ?

   Başarılı olmak canlılar dünyasında hayatta kalmaktan ibaret diyemeyiz. Önemli olan genlerini gelecek nesle aktarmaktır. Böylece canlının hayatta kalmasının bir anlamı olacak ve gelecek nesil için bir çeşitlilik ortamı oluşturacaktır. Çeşitliliğin önemini anlaşılır bir şekilde anlatmak istersek şöyle diyebiliriz: türler genlerini bir şekilde aktarmayı başarırlar. Ve aktardıkları genler hem gerekli hem gereksiz özellikleri içerir. Örneğin bir kedi türü iyi kamufle olmayı aktarmış fakat hızlı koşmayı (kendisinde de o özellik olmadığından) aktaramamış olabilir. Bu kedinin gerçek bir avcı olabilmesi için ayrıca hızlı da koşması gerekir. Ve bu yavru yeterince hızlı koşamadığı için elenir. Onun yerine iyi kamufle olan ve ayrıca hızlı da koşan bir kedi türü , aktaracak kadar uzun yaşayabilir. Çeşitlilik ise şuradadır: hem kamufle olabilen hem hızlı koşabilen canlı daha fazla üreme fırsatı bulur ve bu üremelerin sonucunda; örneğin tür aslında düz renkliyken benekli ya da çizgili yavrular çeşitli mutasyonlar ya da bastırılmış olan genlerin etkin hale geçmesiyle oluşur. Ayrıca bu canlılar hem kamufle yeteneğini hem hızlı koşma yeteneğini kaybetmez ise çeşitlilik ortaya çıkmış olur. Belki onlara da ileride; kaplan, çita, leopar gibi isimler konulacaktır. Sonuçta onların ataları başarılı olmuşlardır. Bir de ataların başarısız olmaları durumu var tabi. Başarısız ataların bu süreçte tek katkıları türünün devamını sağlayamamaları olmuştur.

" İnsanlar mükemmel olarak nitelendirdiği canlıların geçmişteki hallerini ya da evrimsel süreçteki her halini görselerdi, bu "mükemmel" fizyolojiye ulaşmasındaki sebebin o canlının atalarının yeterince iyi olmaması olduğunu görürlerdi." 

Günümüzde bu başarı insan eliyle yapay olarak sağlanıyor ya da kim başarılı kim başarısız bunu insanlar belirliyor. Amaca yönelik üretilen farklı köpek ırkları; güvenlik için güçlü köpekler, göz zevki için sevimli, güzel kılları olan köpekler seçilir. Bir diğer örneği de ineklerde süt verimini arttıran yapay seçmelerdir. Bu sayede insan ihtiyaçlarını doğadan karşılamanın daha farklı, hileli bir yolunu bulmuştur. 


  Peki Homo neanderthalensis neden Homo sapiens gibi başarılı olamadı? Sebebi bizim gibi sözlü iletişim kuramamaları mıydı? Beslenme alışkanlıklarının farklılığından kaynaklı mıydı? 

Homo neanderthalensis'in neredeyse Homo sapiensis kadar duyabildiği ve sesli iletişim de kurabileceği düşünülüyor. Sözlü iletişim olduğuna dair herhangi bir kanıt henüz yok. Sadece bir takım seslerle de anlaşmış olabilirler. Neandertalların başarısızlığının sebebi dil demek, şu an için çok zor ve aydınlatılmamış bir konu üzerinden yorum yapmak olur. Fakat gıda yelpazesinin dar olması bu konuda yorum yapmak için daha doğru bir seçim olacaktır. Çünkü neandertalların beslenmesinde etin yeri oldukça fazladır. Sebze, meyve, tohum yeseler de; sapiens kadar yeniliğe açık olmadıklarından dolayı zor kış dönemlerini geçirememiş olabilirler. Yine de neandertallerin neden ortadan kalktığı hala tartışılan, araştırılan bir konudur. Bu yüzden başarısızlıkları konusunda yapacağımız yorumlar da kısıtlıdır.


28 Kasım 2021 Pazar

 Öngörülebilirlik açısından hiçbir bilim dalıyla mukayese edilemeyecek olan biyoloji bilimi, şu an Dünya'nın geleceği için hayati öneme sahip bir görevi üstlenmektedir. Sebebi bariz olmakla birlikte, biyoloji bilimi, Dünya'yı kurtarmak için çok az zamanımızın kaldığını da açıkça söyleyebilmektedir.

 Geçmişten ders alarak geleceğe biçim vermek; detaylı planlama yapabilmek, yeterince öngörebilir olmak adına fevkalade önemli bir unsurdur. Öngörebilir olmanın bu gibi durumda en güzel armağan olması, felaket denebilecek durumlardan sıyrılabilmeyi gerektirir. Bunu başarabilmek için de, öngörülen duruma hazırlıklı olmak gerekir. Yeterince bilgi toplamak, bunları tasnif ve tasdik etmek hazırlığın en önemli aşamalarıdır.

  Uzunca bir süredir tüm dünya halkının kendi arasında doğru ya da yanlış bir şekilde konuştuğu, tartıştığı küresel ısınma konusu bugün uluslararası anlaşma hazırlanacak düzeyde, ciddiyeti maalesef yeni anlaşılmış bir olgudur. Isınmaya bağlı olarak felaketlerin 2027 yılında başlaması bekleniyor. Ki bu bazı insan merkezci bilim insanlarının çıkardığı bir tarihtir. Aslında felaketler; sanayi devriminin bıraktığı atıkların bir süre birikip, artık doğanın tolere edemeyeceği noktadan beridir olmaya devam etmektedir. Bugün çok yakın dönemde yaşadığımız; yağış rejimine bağlı olarak meydana gelen afetler bu çığ kütlesinin arttıkça, daha kısa sürede bile etkili olduğunu bize adeta haykırır derecede gösteriyor. Burada bir saptama yaparak yağış rejimini en anlaşılır şekilde özetlemek istiyorum. Yağıştan kastımızı yağmur olarak ele alalım. Öncelikle dünya üzerine düşen yağmurun artması ya da azalması söz konusu değildir. Örneğin; ilkokulda hatta belki anaokulunda bize öğretilen o yağış şemasını gözümüzün önüne getirelim, işte o şemanın dışına suyun/yağışın çıkması ya da girmesi söz konusu değildir. Yani dünyaya düşen yağmur miktarı her zaman olduğu gibi bugün de aynıdır. Peki farkı nedir? Neden seller oluyor, kuraklık oluyor? Cevabı basitçe şudur ki: dünyaya 365 güne yayılmış şekilde düşen yağmur artık 5 günde, 10 günde düşüyor. Bu yüzden gerekli zamanlarda su olmuyor ve kuraklık yaşanıyor, dengesiz şekilde gelen büyük yağışlar da sel felaketlerine yol açıyor. Isınmanın getirdikleri ve götürdükleri yazmakla bitmez. Bu yüzden bugün irdeleyeceğimiz tek konu karbon içeren atmosferin bize ne sağladığı, karbonun etkisinde önleyici rol oynayan canlılar olacak.


  Geçmişten ders almanın önemini vurguladık fakat bu konu üzerinde dururken ders alacağımız olgu geçmiş zaman değil, gelecek zaman olacak. Nasıl olabilir derseniz, önce Venüs gezegenine kısa bir değinmek, onun üzerinden ilginç bir konuya geçiş yapmak istiyorum. Venüs Güneş Sistemindeki en sıcak gezegen unvanının yanında bir de herkesten aykırı dönüşüyle öne çıkmaktadır. Güneş'e en yakın ikinci gezegen olan Venüs çoğu gezegenden farklı olarak kuzey kutbundan bakıldığında saat yönünde döner. Kendi etrafında dönüşü yani bir günü, Güneş'in etrafında dönüşünden yani bir yılından daha uzun sürer. Ancak bugün bize desteklik sağlayacak özellikleri bunlar değildir. Venüs'ün atmosferi % 96 oranında karbondioksit, % 3,5 moleküler nitrojenden oluşur. Eser miktarda kükürtdioksit, karbon monoksit, argon ve helyum içerir. Gezegenin sıcaklığı kaynaklara göre farklılık göstermekle birlikte Venüs'ü araştırma ve keşifler yapma konusunda yarışta olan uzay ajanslarındaki rakamlar şöyledir: NASA (475 santigrat derece), Rusya Uzay Ajansı (462 santigrat derece). Öyle ya da böyle bu sıcaklığın kurşunu dahi eritecek bir sıcaklık olduğunu biliyoruz. Gezegenin yüzeyinde bulunan eriyik kurşun da bunun bir kanıtıdır. Bugün bu sıcaklığın sebebinin karbondioksit olduğu ve dünya ile kıyasının ilginç bir örneğini de sizlere sunacağım. Venüs atmosferi Dünya atmosferinden 100 kat bazı kaynaklara göre 90 kat daha yoğundur. Venüs'te su gaz halinde bulunur. Yüksek sıcaklık ve yüksek basınç suyun yoğunlaşmasına asla izin vermemiştir. Bu yüzden "okyanuslarla kaplı bir gezegen" demek doğru olamaz. Ama belki "okyanuslarla kaplıydı" diyebiliriz. Dünyamızın geleceğinin bu olmaması ümidiyle geçen her gün, maalesef bu tehlike yaklaşmaya devam ediyor. Dünya ile farklarından bir diğeri de Güneş rüzgarlarına tepkileridir. Güneş rüzgarları; Güneşten gelen yoğun elektron ve atom altı taneciklerinden oluşan bir dalga şeklindedir. Dünya bu rüzgarların etkisinden, uydusu Ay sayesinde bir nebze uzak durabilir. Ay ve Dünyanın manyetik çekim etkisi, gelen bu rüzgarların çoğunu uzaya fırlatır. Kuzeyde geceleri görünen müthiş renkli ışımalar (kuzey ışıkları) bunun sonucudur. Fakat Venüs'ün kendi ekseninde dönüşü inanılmaz yavaş olduğundan manyetik bir alan da oluşamamıştır. Bu yüzden Güneş rüzgarlarından nasibini oldukça fazla alır.


Dünya'nın bir Venüs olmasını bu güne kadar engelleyen metabolik aktiviteleriyle kalsiyum karbonat (CaCO3) depolayan canlılardır. Denizde yaşayan kabuklu canlıların kabukları bunlara örnek olmakla birlikte, foraminifer gibi bazı mikroskobik canlılar da kalsiyum karbonat depo eden bir diğer önemli canlı grubudur. Süngerlerin ve mercanların iskeletlerinde, yeşil ve kızıl algleri de içeren bazı alglerde de kalsiyum karbonat birikimi görülür. Alglerin makroskobik yapılarında çoğunlukla su akıntısına karşı destek görevi gören, bir nevi iskelet görevini üstlenen kalsiyum karbonat birikimi görülür. Bazı canlılar karbon emilimini ve depolamasını o denli yapar ki geçmişte yaşanmış yok oluşların bir kısmının sorumlularıdırlar. Özellikle siyanobakteriler, dünyanın kendisini ısıtıp soğutmasındaki bu döngüyü pervasızca kırarak yok oluş denen, canlıların %90 ve üstünün yok olmasıyla sonuçlanacak durumlar yaratmışlardır. Yine de Dünyaya en çok katkıyı yapan, bugünkü canlılığın oluşumunda büyük rolü olan canlılardır. O yüzden onları bir şeylerden sorumlu tutarken iki kere hatta üç kere düşünmemiz gerekir. Siyanobakteriler bize geçmişe dair bilgi vermekte de önde gelir: Dünyadaki oksijenin yaklaşık %50sinden sorumlu siyanobakterilerin ipliksi yapılarıyla, kalsiyum karbonatın bir araya gelerek katmanlı bir çökelti oluşturduğu yapıya stromatolit denir. Bir diğer deyişle yaşayan fosil de denen stromatolitlerin ve diğer kalsiyum karbonat çökellerinin bizim için diğer bir önemi ise bize geçmişe dair bilgiler vermesidir. Büyük bir mantara benzeyen bu yapılar sığ sularda, günümüzde yalnızca Batı  Avustralya'da bulunur. 

Dünya, oluşumundan bu yana birçok kez soğuyup ısınmıştır. Bu ısınmanın da soğumanın da sebebi büyük çoğunlukla karbondioksit miktarındaki artış ve azalıştır. Venüs'teki karbondioksitin yoğunluğunun sebebi, hiçbir zaman karbondioksiti metabolik olarak kullanan ya da depolayan canlıların bulunmaması ya da bunu sağlayacak bir mekanizmanın olmamasıdır.

Özetle Dünyamızı bir "Venüs" olmaktan kurtaran, çoğunlukla karbonu depo eden ve metabolik aktivitelerinde kullanarak karşılığında ortama oksijen veren canlılardır. Ama burada el üstünde tutmamız gerekenler karbonu depo eden ve tabiri caizse piyasaya sürmeyen canlılardır. Çünkü şuan yaşadığımız "yok oluş" doğal yollarla gerçekleşmeyen ve geçmişteki yok oluşlara nazaran çok kısa sürede gerçekleşen ve gerçekleşmeye devam eden bir durumdur. Bu bizim kendi kendimize yaptığımız bir intihar girişimidir. Bizi bu felaketten kurtaracak canlı topluluğunu koruyup kollamak en ön amacımız olmalıdır.