Blog Listem

22 Ağustos 2019 Perşembe

Dinin İnsan İdeolojisine Etkisi








İnsanlığın başlangıcından beri ya da başka bir teoriye göre düşünebilen insan çeşidinin başlangıcından beri, insanın çevreden aldığı gözlemler vasıtasıyla sorguladığı tanrı kavramı, süregelen topluluklarda farklılık göstermiştir. Kimi toplumlar tanrıyı tek baz alırken kimi toplumlar çoklu olarak baz almıştır ki bence en mantıksız tanrı kavramı onlardadır. Tabi bu tanrıyı nasıl tanımladığınıza da bağlı bir yandan. Eğer tanrının en büyük güç olduğunu, eşinin olmadığını ortaya atarak bir tanımını yaparsak, bu tanrı kaçınılmaz tek olur. Böyle düşünen toplumlarda eğer toplumun buna ihtiyacı varsa kabul görür ve başka toplumlara yayılmaya müsaittir. Çok tanrılı inanca sahip toplumların en belirgin özelliği ise tekil hareket etme, ihtiyaca göre tanrı seçme ve bundan medet ummaktır.
Çok tanrıcılığın bir alt dalı gibi tanımlanabilecek olan “mezhep” kavramı tek tanrıcılıkta ortaya çıkmıştır. Tek tanrıcılıkta ortaya çıkmasının sebebi çok tanrıcılıkta buna ihtiyaç olmamasıdır. Mezhep kavramının asıl amacı diğer mezheplerin kabul gördüğü, dini tek başına temsil edebilen bir unsur olmaktır.
*******
Tanrı fikri, insanın tamamen bir karmaşadan kaçmasının ürünüdür. Tanrı fikri, İbn Tufeyl’in de ifade ettiği gibi “İnsanoğlunun zihinsel etkinliğinin, bir bakıma, bilgide yoğunlaşmanın ve soyutlamanın bir icadıdır ve amacı da toplumsal yaşama belli bir nizam vermektir.” Benim fikrimce, yalnız toplumsal yaşama değil insanların düşünce yapısına da belli bir nizam, kalıp koyduğu aşikardır. Nizamdan kastım iyiye yorulmuş bir nizam değil elbette. Düz bir zihniyet yerleştirmektir. Dinin zamanla topluma ayak uyduramaması ya da yetişememesi de bundandır. Çünkü din, kendi zamanına ve kendi bölgesine göre şekillenmiş bir kültürdür. Bazen başka bölgelerle uyumlu olabilse de zamana karşı koyamaz. Ahlak yapısı dinin kural ya da ilkelerinden daha hızlı değişebilir, şu an Türk toplumundaki tablonun bir kısmı bu yüzdendir.

Tanrı İhtiyaçtır

İnsan sosyal bir varlık olduğu için yalnız kaldığında kötü hisseder. Bu gereksinimin açısından Tanrı’ya bir bakıma ihtiyaç da diyebiliriz. Avutma ya da iyi hissetmeyi sağlama asıl amaçtır. İnsan, eline oyuncak verilmiş bir çocuk gibi sevinir. Ama oyuncak, çocuk sadece mutlu olsun diye vardır, onun dışında bir işlevi yoktur. Kimisi tanrının kafasında olduğunu düşünür. Kimisi tanrıyı soyut olarak ya da bir başka boyutta hayal eder ve kabul eder. Kimisi sadece gözlemcidir ve ne olduğunu öğrenip geri bırakır. Gözlemci gurme gibidir; herkes tanrı yemeğinden yerken o sadece ne olduğunu anlamak için tadına bakar.
Tanrı fikrinin kişisel düşüncelere ya da fikirlere kalıp koyabilmesinin sebebi: Tanrı fikrinin kültürleşmesi ve nesil aktarımına bağlı olarak din haline gelmesidir. Tanrı fikri tek başına insanların düşüncelerini belirleyemez. Çünkü insanlar bu “tanrının kurallarını” kendisi koyar ya da sözlerini de kendi uydurur. Çünkü elde somut bir “tanrıdan mektup” yoktur. Semavi dinlerde olduğu söylense de, genel olarak kabul edilen bir “tanrı mektubu” yoktur.Çünkü herkesçe kabul edilebilen ya da herkesçe aynı şekilde kabul edilebilen bir kavram değildir.Tanrı fikrinin kültürleşmesi, kendi kültürüne ayak uyduramamış insanların imdadına yetişir. O insanlar sarılacak bir kültür bulmuş olurlar. Ve bu insanlara topluluk içinde “dindar” deriz.

28 Haziran 2019 Cuma

İyi - Kötü Enerji Deneyi

     Yine sosyal medyada saçmalıkları "gerçek" ya da "bilim" diye yansıtan,bu içerikleri binlerce insana lanse eden "virüs" sayfalardan birinde denk geldiğim bir deneyden bahsedeceğim.

     "İyi - kötü enerji" deneyi.Sanırım ismini kısaca bu şekilde koyabiliriz.Deneyin yapılışı basit,yapılması gerekenler; iki ayrı cam kaba aynı miktarda pirinç koymak,eşit miktarda su eklemek ve 30 gün boyunca belirlenen kaplardan birine kötü sözler söylenirken diğer kaba iyi sözler söylemek.Evlerde yapılan ve kesinlikle doğru çıkan (!) sonuçlar şöyle:Kötü söz söylenen kaptaki pirinçler 30 günün sonunda kararıyor ya da bozuluyor.İyi sözler söylenen kaptaki pirinçler ise ya yeşeriyor ya da hiçbir şey olmuyor.(İlk günkü haliyle kalıyor.)




    Öncelikle deneydeki hatalardan ve eksiklerden bahsetmek istiyorum.Deney,ölçülen,gözlenen bir eylemdir.Yapılan ortam,deneyin amacına uygun,sonuçları etkilemeyecek şekilde olmalıdır.İnternet ortamında sunulmuş deneylerin,en azından bu tür deneylerin,yapılma ortamlarının deneye uygun olmadığını tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek.Ben de bu deneyi denemek istedim,lakin steril ortam gerektiğinden vazgeçtim.Çünkü kendimi kandırmak gibi bir niyetim yoktu.Peki neden steril ortam? Alt tarafı bir pirinci suya koyuyoruz diyebilirsiniz.Fakat deneyin sonucunu etkileyecek herhangi bir mikroorganizmanın,kötü söz söylenen kabın içine girmesi,bu sonucun kötü sözden ya da kötü enerjiden olmadığını gösterir.Ayrıca pirincin dillere göre algısı farklı mı oluyor?Yani pirinç taneleri konuşulanları anlıyor mu?Tabii ki hayır.Bunu kimse savunmaz da zaten.İyi-kötü algısı olması için pirincin ya da içindeki suyun hafızası olması gereklidir.Hafızası olsa bile bunu yönlendirebilmesi gerekir.Suyun ya da pirincin hafızası sonradan eklenemez.DNAsında kodlu olan hafıza ya da depolanmış kodları kullanır.Yani yine de değişebilirse,her yerde değişebilir.Marmara denizi çok küfür yediği için mi kirlidir,yoksa içine çöp atıldığı için mi?Gerçekçi bakınca her şeyi görebiliyoruz.Deneyin hatasını anlattığımıza göre enerji kısmına gelebiliriz.İyi enerji,kötü enerji,insan enerjisi var mıdır?Olmasının ya da olmamasının kanıtları nelerdir?Olmasının kanıtlarını gösteremem,çünkü elle tutulur,göz ile görülür herhangi bir kanıt yok.Olmadığının kanıtını gösterebilir miyim?Hayır,onu da gösteremem,ama mantık çerçevesinde anlatabilirim.Enerjiyi hissettirdiğini,yönlendirdiğini söyleyen insanlar yine her yaptığını doğa bilimleri ile yapar.Fizik,kimya,biyolojiyi kullanır.Örnekleri nelerdir?


Fizik örneği olarak;bir programa çıkıp dokunmadan eşyaları kaldırdığını söyleyen bir adam kağıtları havalandırıyor,fakat ağır bir kitabı kaldırması söylendiğinde ortamda statik elektrik,fazla elektrik yükü olduğunu söyleyerek bahane uydurur.Çünkü kitabı kaldırmaya nefesi yetmiyor.Evet,kendi geliştirdiği bir teknikle kağıtları ya da verdiği nefesin kaldırabileceği yükleri kaldırıyor.(Tabi bu düzenli bir kaldırma değil,kağıtlar uçuşuyor.)Geliştirdiği teknikle nefesini aniden,istediği yönde doğru veriyor,fakat kendi tekniği sayesinde nefes verdiğini hissettirmiyor.Yani enerjiye sahip olan değil nefesi kuvvetli bir abimiz.Biyolojiden örnek olarak;koltuk altındaki artere(atar damara) bir tenis topu yerleştirerek,nabzı durdurmak ya da yavaşlatmak örneği verilebilir.Kimyadan aklıma gelmese de bunlar basit,ama bilmeyen insanı büyüleyen numaralardır.Enerji ile alakası yoktur.Şuan popüler olan enerji,herhangi bir Afrika kabilesinde yapılan bir riütelden farksızdır.Ama fal baktıran bir arkadaşa bu kabilenin ritüelinden bahsettiğimiz zaman saçma olduğunu amaçsız olduğunu söyler.İşte o zaman o arkadaşa atılacak bakışı tahmin edebiliyorsunuzdur umarım.İnsan vücudundaki gerçek enerji,dıştaki çakra vs gibi saçmalılar değil,bildiğimiz ATP dir,şekerdir,yağdır.






   Bu asılsız dolandırıcılıkların yaygınlaşmasında dinin de payı vardır.Şimdi "sen de boşluk buldukça dine sallıyorsun be kardeşim" ya da "bak şurada fal yasak" gibi ithamlarla lütfen gelmeyin.Çünkü gerçek,gerçektir.Enerji denilip de saçma saçma işler yapılması,buna inanan insanlardan paralar kazanılması bir yerlerden tanıdık geliyordur umarım.Falda geleceği görmek,tek boynuzlu atlar,dağda yaşayan yetiler,ejderhalar,yarı keçi insanlar ne kadar gerçekse melekler,cinler,şeytanlar da o kadar gerçektir.Bu karşılaştırmalar,asılsızlıklar saçmadır ama gerçektir ve gerçek olan da  aksi kanıtlanana kadar tamamen gerçektir.Lütfen objektif bir bakış açısından bakın ve gerçek nedir görmeye çalışın.Gözle görülmese de mantıkla görmeye,yorumlamaya çalışın.
Önerilen:https://bllblt.blogspot.com/2019/03/kurtarc-kendiniz-olun.html

Enerji ile alakalı,bunu da açıkla ya da "şu mantıklı aslında" dediğiniz örnekler varsa bana iletmenizi rica ediyorum.Birlikte öğrenelim,geleceğimizin eline tereddütte kaldığımız,ancak inançla kabul edebileceğimiz şeyleri bırakmayalım.Geleceğimize umut verelim ki umudumuz olsunlar.Birikimimizi mantıkla,bilgiyle yapalım,okuyalım.Çocuklarımız,torunlarımız entellektüel bir ailede büyüsün.Profesör İlber Ortaylı'nın da dediği gibi:Ben paranın eliti değil,aklın elitiyim.Kendimize biriktirelim,kumbaramız aklımız olsun.

15 Haziran 2019 Cumartesi

Özgürlük

   Özgürlük genel kullanılan bir kavram olsa da aslında "ne anlama geldiği" sorulduğunda cevaplar çoğu zaman yetersiz ya da alakasız olur.Bazı kelimelerin anlamlarını bilmek yerine;kullanmak,istemek,yaşamak daha normal ve kolay gelir.Bu yüzden insanın anlamını bilmek yerine sadece yaşadığı,kullandığı bazı kavramlar vardır.Bunlardan birisi "özgürlük"tür.

   Özgürlük,yanlış anlaşılmaya çok müsait ve çoklu anlam taşıyabilen bir kelimedir.Yani yanlış anlaşılan özgürlük değil,anlamıdır.Bireyden bireye değişen özgürlüğün "ne anlama geldiği,nasıl ve ne amaçla kullanıldığı" fikri değişir.Kimisi parasının çok olmasını özgürlükle anlamlandırır,kimisi istediği kıyafeti giydiği için özgür hisseder,kimisi fikirlerine saygı gösterilmesinin özgürlük olduğunu ifade eder.Bunlar gündelik problemlerden ortaya çıkmış çözümlerdir aslında;dilediği kıyafetle gezmek,fikirleri yüzünden aşağılık olarak görülmemek,dilediğini anında satın alabilmek...Ben bu sefer çocukça bir özgürlük tanımı üzerinden gidip,ayrıca farklı yerlerde de farklı tanımlara ve örneklere yer vereceğim.

   "Kuşlar gibi özgür olmak" derken kuşların özgür olduğunu düşünmüyorlardır umarım.Çünkü özgürlük,uçmak gibi basit bir olayla açıklanamaz.Zaten bu bir açıklama olmasa bile yine de özgürlüğü anlamca küçümsemek oluyor.Sosyolojik olarak özgürlük,az da olsa zekaya sahip olan varlıkların kurallarını kendi koyması,istediği zaman bu kurallara uyup istemediği zaman uymamasıdır.Aslında bu kurallara uymak ya da uymamak gibi seçimlerinin olması bile özgürlüğün bir yere kadar olduğunu gösterir.İstediği zaman uyarsa istediği için uymuş olur,istemediği zaman uyarsa,istemese bile uyabileceğini gösterir.Tam tersi de aynı şekilde.Özgürlük,karar ağını ortadan kaldırmaz.Aksine daha da zenginleştirir.Bu da daha fazla karmaşa demektir.Yani asla bir düzen olamaz,sınırları birisi belirleyip sınırı geçeni cezalandırmadığı sürece...Kuralsızlık özgürlük değildir.Kuralsızlık,rastgeleliktir.Ama rastgele olan olaylarda bile kurallar kendiliğinden oluşur.Bir sınır,bir çıta oluşur.Çünkü sınırsızlık için saf enerji gerekir.Enerji maddeye dönüştüğü zaman belirli sınırlar içine girer.Maddenin,dolayısıyla insanların ve doğanın da bir sınırı vardır.Farklı bir yerde açığa çıkmış bir enerjinin "maddesel haliyle" müdahelesi olmadığı zaman,doğa,belirli şeyleri yapar.





     Özgürlüğün bir de hiyerarşik yapının üstünden sosyolojisini ele alırsak şöyle söyleyebiliriz:Hiyerarşik düzende en az özgür olan en alt sınıftır.Çünkü üstünün koyduğu kurallara,düzene uymak zorundadır,tabi işine ihtiyacı varsa.Bir öğretmenimin de dediği gibi "Kral,kural koyar." Kral kendisi olduğu sürece,o az bile olsa zeki olan varlık özgür sayılır.En azından diğerlerinden daha fazla.Kralını başkası yaparak köle olan varlık ise,iradesini kralının kurallarına göre belirler.Köle olmasının sebebi kralının elinde olmasıdır.Zayıf yönleriyle birlikte bağlı olduğu ihtiyaçlarını bilen ve bunlara sahip olan kral,iradeli varlığın iradesini kontrol altına alır,sonucunda iradesi sömürülmüş her şeyden habersiz varlık,kralın kölesi olur,özgürlüğü kısıtlanır.


    Belki de özgür olmak hiçbir şeyi bilmemektir.Belki yüklerini attıkça yükselen bir balondur özgürlük,belki yüktür bilgi,belki de özgürlüğün anahtarı.Belki de özgür olmak her şeyi,en azından bilebileceğin her şeyi bilmektir.*Belki özgürlük bilmektir,belki de bilmemek...Ama aptallık kesinlikle mutluluktur.Keşke mutlu olsam...

16 Mart 2019 Cumartesi

Kurtarıcı Kendiniz Olun!

     Basit yaşamak,dolu yaşamak gibi konulardan bahsederken Profesör Ortaylı'nın yeni yayımladığı kitap aklıma geldi.Kitabı henüz okumadım,ama bahsettiğim konuyu içerdiğini biliyorum.Hayat felsefem diyebileceğim bir kavramla ile ilgili yazı paylaşmak için ilhamı tabii ki bu kitaptan almadım.Bu yazımda yine "basitliği iyi bir yaşam tarzı olarak zannetmek"ten yakınacağım.
Mesela yine her karakterini,mekanlarını ayarlayıp yarım bıraktığım,hatta hiç başlatmadığım hikayemdeki orta yaş üstü demirci:Hem eski hayatında hem yeni hayatında tamamen basit bir adam.Hor gördüğü her insan da nedense hep masum,sanatkar,düşünen insanlar.Karakterleri seçerken; gördüğüm tanıştığım insanların özelliklerinden,okuduğum kitaplardaki insanların özelliklerinden yaratıyorum tabii.Zaten görmediğimiz bir yeri hayal edemeyeceğimiz gibi,bilmediğimiz bir insanı da hayal edip şekillendiremeyiz.Keşke hikayemdeki demirci,okuduğum kitaplardaki karakterlerden oluşsaydı.Maalesef tanıdığım insanlardan oluşuyor.Günümüzde tanışma olayı mesafe tanımadığından ya da medya her türlü apaçık olduğundan etrafımdaki insanların telaşa girmesine gerek yok.Acaba ben o demirci miyim?Bence telaşa girmelisin.Titreyip kendine gelmelisin.Çünkü insan korkmadan inanamıyor hiçbir şeye,korkmalı ki aslında bunu yapabileceğine inanmalı.Ama elini her zaman dolu tutmalısın.Elinde her zaman bir silahın olmalı ki engelleri o silahı kullanarak geçebilesin.Hızlıca geç ki yorulma,yaşlanma.




    Bu silah nedir?Silah bilgidir.Daha doğrusu bilgi silahtır.Bilgi paradır diye bir saçmalıktır gidiyor:Öğrenme çabası olan insanlara bu "bilgi paradır" sözünü "Bu işin ucunda para olduğu için yapıyor." gibi bir anlam yükleyerek,onları da aslında kendileri gibi zannetmeleri beni çok rahatsız ediyor.Marjinal olmak gibi bir çabam yok işte bu yüzden marjinal olabilirim.En azından farklı olmak için saçma ideolojilerin altında ezilmiyorum.Neyse konuyu saptırmayalım.Kısaca,bilginin önemi için para kelimesi yerine silah kelimesinin kullanılmasını doğru buluyorum.Bu arada bahsettiğim hikayemi yazarsam belki burada da yer veririm.Okuyan insan bulabilirsem o uğraşa girebilirim.Sonuçta bir insan bir ülkeyi değiştirebilir,bir ülke dünyayı değiştirebilir.O yüzden bir insan bile önemli.Biliyorum hepimiz o "bir insan bir ülkeyi değiştirebilir" kelimelerindeki bir insanı çok istiyoruz.Tabii ki ülkeyi iyi anlamda değiştiren bir insandan bahsediyoruz.Yakın zamanda o insanı beklemeyi bıraktım.O insan olmaya karar verdim.İnanın hepimiz "O insan." olabiliriz.Yeter ki önce kendimizden başlayarak yaşadığımız toprağı geliştirip,ilerletelim.Tabii bu süreçte gerekli olmayan şeylerle vakit harcamayalım.Kendi kurtarıcımız kendimiz olalım,çünkü zaman akıyor.Yapabileceğimizin en iyisini yaparak bu zamanı harcamalı,yeni gelen nesile bunu öğretmeliyiz.Ancak bu şekilde iyi bir vatan sever oluruz.Siyaset meydanında,sosyal mecralarda,kıraathanelerde ben bu ülke için canımı veririm demek ile vatan sever olunmadığını artık herhalde herkes biliyor olmalı.Çünkü bu ülke satılıp,elden gittiğinde istediğin kadar can ver,bu ülkeyi kurtarmak senin tek işi vücuda kan pompalamak olan basit bir kalbine kalmaz.Önemli olanı,beynini kullanmalısın ve de damarlarındaki kanın gücünü kullanmalısın.Tabi o damardaki kan mevzusu maneviyat açısından.Basit yaşama laf söyleyeceğiz derken konu nerelere uzandı.İyi ki uzandı.Çünkü ben bu konuda çok ciddiyim ve bu ve bunu gibi yazıların daha çok insana ulaşması gerektiğini düşünüyorum.En çok hangi blogların okunduğuna baktığımda karşıma çıkan teknoloji blogları,makyaj blogları,yemek tarifi blogları oluyor.Tamam peki bunlar da ihtiyaçtır.Ama en çok okunanların bu konular üzerine olması canımı sıkıyor.Peki benim gibi düşünüp,benzer fikirde yazılar yok mu? Kimse okumadığı için bilemiyorum açıkçası.Gördüğüm kişisel bloglarda da yine durum farksızdı.Türkiye'nin en çok okunan kişisel bloglarında gördüğüm şeyler en azından biraz mantıklı olsa da yine asıl ihtiyacı karşılamıyor maalesef.Bizim sanata ihtiyacımız var,kültürlenmeye ihtiyacımız var,elitleşmeye ihtiyacımız var.Bizim kendimize Türk demek için önce düşünen,zeki insanlar olmamız lazım.Sanatı ve kendimizi iç anadolu züppelerinin "erik dalı" saçmalığında değil Sultan Abdülaziz'in "gondol" müziğinde bulmalıyız.Kendimizi bulmak için kendimiz için düşünmeliyiz.(Sokrates: "kendini bulmak istiyorsan kendin için düşün.")Aslında amaçlarımın arasında çok büyük kitlelere ulaşmak var,ama bunun için de biraz zaman gerekiyor.Biraz da destek.Son olarak şu alıntıyı yapmak istiyorum:"Şayet bir gün çaresiz kalırsanız,kurtarıcı beklemeyin.Kurtarıcı kendiniz olun." Gazi Mustafa Kemal Atatürk.

13 Mart 2019 Çarşamba

Toplumda Ahlak Sınırlandırılması ve Utanç Eşiği

     İlk atalardan gelen; kurallara, adetlere, törelere uyma ihtiyacı ve baskılanması ileri süreçte içgüdüye dönüşmüş, törenin kesin ve katı kuralları yaşama belirli kalıplar koymuştur. Karşı çıkıldığında töre gereği cezası verilen birey örnek gösterilmiş, karşı çıkabilecekler tehdit edilmiştir. Bu sistemle çok uzun zaman önceki bir kural bile hala geçerliliğini koruyabilir durumdadır. Törelerin koyduğu yaşam kalıpları insanlar arasındaki ilişkileri de kısıtlamış, iletişim yokluklarına yol açmıştır. Örneğin; "kadın kısmı öyle herkesin içinde gülemez", "erkek dediğin şöyle olur" gibi kalıplar toplumun gelişmesine engel olan çok büyük bir sorundur. İnsanlara yasak konuldukça aksinin daha çok cezbetmesi ve aksini uygulayan insanların toplumdan dışlanması, hatta bazen işkence görmesi ve bu aksilik duygusunun bastırılması bize utanç duygusunu sunuyor. Evet, utanç, dışlanan insanın topluma karışabilmek için duygularını bastırarak kendi kişiliğini değiştirmeye çalışma sürecindeki duygusudur. Çünkü bu süreç atlatılınca utanç duygusu ortadan kalkacaktır.

    Baktığımız zaman, süregelen kurallara uyan insanlarda pek mantık aramayız. Çünkü içgüdüsel olarak dayatılmış olduğu için yapacağı çoğu eylemde mantıktan önce utanç duygusunu tartıyor olacaktır. İnsan sosyal bir canlı olduğu için asla toplumdan dışlanmak istemez, bu yüzden zaten bu kadar uğraş verir, çoğu zaman kişiliğinden ödün vererek amacına ulaşır. 

Mantık ve tecrübe iki ezeli rakip gibidir. Mantık her zaman en karlı ve en doğru seçimlerde kullanılan bir karar metodudur. Tecrübe ise her yerde, her zaman değişkenlik gösterebilecek olan bir üstünlük nişanıdır. Fakat üstünlüğün sağlanacağı tartışmalar, açıklamalar, olaylar sadece belirli bir miktardadır. Asla tecrübe sahibi olunmayan bir tartışmaya girmek riskli, ihtimal dahilinde bir tartışma olacaktır. Mantık kullanan kişi belirli bir zekaya sahip olduğu sürece her tartışmaya katılabilir, kişisel bir hakaret, iftira almadan işin içinden çıkabilir. Mantık ve tecrübe arasındaki ince fark da budur. Tecrübenin toplumda büyük bir yeri olduğu kanısı, ahlakın, tecrübenin keskin kalıplarının içinde oluşmasından kaynaklanır. Aslında çok basit şekilde tanımlayacak olursak: Toplumda utanç eşiği ahlaki kurallara dönüşmüştür. Yani toplum kendi ahlakını kendi belirlemiştir, zaman içerisinde "eski kuralları kendi prensibi haline getirmiş" kişiler azaldıkça ahlak yapısı değişebilir. Kötüye gitmekten daha çok iyiye gitmesi beklenir. Çünkü artık mantık dahilinde bir toplum oluşmaya başlamıştır. Tabii biri gelerek gelenekçi ruhları bastırılmış insanları uyandırıp onlara önder olarak toplumu geriye götürmek istemediği  sürece toplum her zaman ileriye gidecek, ideoloji bağımlısı olmayıp gelecek nesillerin idolleri olacaktır. Gelenekçilere "önder" olarak ortaya çıkan kişi birçok strateji deneyerek toplumun yönünü değiştirebilir. Bu stratejiler toplumun en çok bağlı olduğu şeyler olabilir. Ama o "önder" unutmamalıdır ki: Her topluluğun bir kurtarıcısı vardır, ortaya çıkması için de sabır değil çalışma gerekir!