Blog Listem
31 Aralık 2021 Cuma
İnsan Evriminde Bipedalizm'e Geçiş ve Aile Yapısının Oluşmasıyla İlişkisi
22 Aralık 2021 Çarşamba
Sinek Kuşları Notları
20 Aralık 2021 Pazartesi
Birlik Olma İçgüdüsü ve Kültürel Düzeyle İlişkisi
İnsanların bir araya gelme iç güdüsü, bir işi birden fazla insanın ortaklaşa yapmasının daha az enerji gerektiren bir iş yapma şeklinden dolayı ortaya çıkmıştır. İnsan dışında, daha eski bir örneği doğadan verirsek; karşılıklı yarar sağlayan türlerin bir arada yaşamaları diyebiliriz. Doğa, doğal olarak ekonomik işler. Birbirleriyle karşılıklı alışverişle yaşadıklarında daha başarılı olan canlılar bu yolu seçerek evrimleşmişlerdir. İnsanlar da; avcılık, toplayıcılık ve birden fazla insan gücüne ihtiyaç olan inşa etme gibi hayatını devam ettirmek için iki ayrı yolu seçen grupları da ayrıca tanımlarız. Sürekli göç eden insan topluluklarında; örneğin civarı keşif için bir grup, gıda ve su kaynaklarını keşfedecek bir grup, güvenlik için bir grup gibi yine grup içinde grup oluşturmuş olabilirler. Sabit yaşayan topluluklar da iş bölümleri değişebilir. Örneğin göçebelerde yuvayı güvenlik altına alan dişiler, yerleşik hayatta gıdadan da sorumlu olmuş olabilirler.
Sonuçta başarılı olmanın temel sebeplerinden birisi birlik olmaktır. Yerleşik hayata geçmiş bizlerde zaman geçtikçe birlik olma içgüdüsü körelmiş ya da belli başlı konulara indirgenmiştir. Yerleşik hayata geçme, teknolojik gelişmeler, keşifler yeni iş alanları ortaya çıkarmıştır. Böylece az bir iş varken çok fazla ortak noktası olan insanların ortak noktaları gittikçe seyrelmiştir. Zaten birliğin sayıca indirgenmiş haline arkadaşlık demiyor muyuz?
Peki başarılı olmak artık o kadar ilkel tanımı olan bir kavram mı ? Değil elbette. Bir kavramın da değiştiğini bu şekilde gösterebiliriz.
Modern dünyada da bir araya gelme yine ortak yönlerin varlığıyla gelişir. Ve bu ortak yönler, birliğin içindeki yoğunluğuyla farklılık gösterir. Bu yüzden diyebiliriz ki: Kültürel düzey arttıkça birlik olma kavramı azalır ya da birlik olma ihtimali azalır.
Peki toplumun çoğunluğunu oluşturan, düşük düzey kültürel varlığa sahip kısmı, bu kadar birlik olma içgüdüsüne sahipken; kültür düzeyi fazla bireyler arasında birlik olma kavramı neden bu kadar azdır? Sebebi olan ortak yönleri özelleştirirsek: Zevklerin, eğlence anlayışlarının hatta beslenme alışkanlıkları ve çeşitliliğinin farklı olması diyebiliriz. Düşük düzeye sahip bireyin her hangi bir konuda fanatik olması, kültürel düzeyi yüksek insanın daha çok objektif yaklaşabilmesi gibi bir örnek verebiliriz. Ki bu her zaman böyle değildir. Bu çeşitliliğin sebebi oldukça farklı bir konu olduğundan daha detaylandırmayacağım.
Sonuç olarak, birlik olma, başından beri yarar sağlayan ama gerek toplumun yaşayış şekli, gerek iş alanlarının farklılığı, kültürel farklılık gibi çeşitlenmeler: Birlik olma kavramını özelleştirmiştir.
16 Aralık 2021 Perşembe
Neden Neandertaller bizim gibi başarılı olamadı ?
Başarılı olmak canlılar dünyasında hayatta kalmaktan ibaret diyemeyiz. Önemli olan genlerini gelecek nesle aktarmaktır. Böylece canlının hayatta kalmasının bir anlamı olacak ve gelecek nesil için bir çeşitlilik ortamı oluşturacaktır. Çeşitliliğin önemini anlaşılır bir şekilde anlatmak istersek şöyle diyebiliriz: türler genlerini bir şekilde aktarmayı başarırlar. Ve aktardıkları genler hem gerekli hem gereksiz özellikleri içerir. Örneğin bir kedi türü iyi kamufle olmayı aktarmış fakat hızlı koşmayı (kendisinde de o özellik olmadığından) aktaramamış olabilir. Bu kedinin gerçek bir avcı olabilmesi için ayrıca hızlı da koşması gerekir. Ve bu yavru yeterince hızlı koşamadığı için elenir. Onun yerine iyi kamufle olan ve ayrıca hızlı da koşan bir kedi türü , aktaracak kadar uzun yaşayabilir. Çeşitlilik ise şuradadır: hem kamufle olabilen hem hızlı koşabilen canlı daha fazla üreme fırsatı bulur ve bu üremelerin sonucunda; örneğin tür aslında düz renkliyken benekli ya da çizgili yavrular çeşitli mutasyonlar ya da bastırılmış olan genlerin etkin hale geçmesiyle oluşur. Ayrıca bu canlılar hem kamufle yeteneğini hem hızlı koşma yeteneğini kaybetmez ise çeşitlilik ortaya çıkmış olur. Belki onlara da ileride; kaplan, çita, leopar gibi isimler konulacaktır. Sonuçta onların ataları başarılı olmuşlardır. Bir de ataların başarısız olmaları durumu var tabi. Başarısız ataların bu süreçte tek katkıları türünün devamını sağlayamamaları olmuştur.
" İnsanlar mükemmel olarak nitelendirdiği canlıların geçmişteki hallerini ya da evrimsel süreçteki her halini görselerdi, bu "mükemmel" fizyolojiye ulaşmasındaki sebebin o canlının atalarının yeterince iyi olmaması olduğunu görürlerdi."
Günümüzde bu başarı insan eliyle yapay olarak sağlanıyor ya da kim başarılı kim başarısız bunu insanlar belirliyor. Amaca yönelik üretilen farklı köpek ırkları; güvenlik için güçlü köpekler, göz zevki için sevimli, güzel kılları olan köpekler seçilir. Bir diğer örneği de ineklerde süt verimini arttıran yapay seçmelerdir. Bu sayede insan ihtiyaçlarını doğadan karşılamanın daha farklı, hileli bir yolunu bulmuştur.
Peki Homo neanderthalensis neden Homo sapiens gibi başarılı olamadı? Sebebi bizim gibi sözlü iletişim kuramamaları mıydı? Beslenme alışkanlıklarının farklılığından kaynaklı mıydı?
Homo neanderthalensis'in neredeyse Homo sapiensis kadar duyabildiği ve sesli iletişim de kurabileceği düşünülüyor. Sözlü iletişim olduğuna dair herhangi bir kanıt henüz yok. Sadece bir takım seslerle de anlaşmış olabilirler. Neandertalların başarısızlığının sebebi dil demek, şu an için çok zor ve aydınlatılmamış bir konu üzerinden yorum yapmak olur. Fakat gıda yelpazesinin dar olması bu konuda yorum yapmak için daha doğru bir seçim olacaktır. Çünkü neandertalların beslenmesinde etin yeri oldukça fazladır. Sebze, meyve, tohum yeseler de; sapiens kadar yeniliğe açık olmadıklarından dolayı zor kış dönemlerini geçirememiş olabilirler. Yine de neandertallerin neden ortadan kalktığı hala tartışılan, araştırılan bir konudur. Bu yüzden başarısızlıkları konusunda yapacağımız yorumlar da kısıtlıdır.
28 Kasım 2021 Pazar
Öngörülebilirlik açısından hiçbir bilim dalıyla mukayese edilemeyecek olan biyoloji bilimi, şu an Dünya'nın geleceği için hayati öneme sahip bir görevi üstlenmektedir. Sebebi bariz olmakla birlikte, biyoloji bilimi, Dünya'yı kurtarmak için çok az zamanımızın kaldığını da açıkça söyleyebilmektedir.
Geçmişten ders alarak geleceğe biçim vermek; detaylı planlama yapabilmek, yeterince öngörebilir olmak adına fevkalade önemli bir unsurdur. Öngörebilir olmanın bu gibi durumda en güzel armağan olması, felaket denebilecek durumlardan sıyrılabilmeyi gerektirir. Bunu başarabilmek için de, öngörülen duruma hazırlıklı olmak gerekir. Yeterince bilgi toplamak, bunları tasnif ve tasdik etmek hazırlığın en önemli aşamalarıdır.
Uzunca bir süredir tüm dünya halkının kendi arasında doğru ya da yanlış bir şekilde konuştuğu, tartıştığı küresel ısınma konusu bugün uluslararası anlaşma hazırlanacak düzeyde, ciddiyeti maalesef yeni anlaşılmış bir olgudur. Isınmaya bağlı olarak felaketlerin 2027 yılında başlaması bekleniyor. Ki bu bazı insan merkezci bilim insanlarının çıkardığı bir tarihtir. Aslında felaketler; sanayi devriminin bıraktığı atıkların bir süre birikip, artık doğanın tolere edemeyeceği noktadan beridir olmaya devam etmektedir. Bugün çok yakın dönemde yaşadığımız; yağış rejimine bağlı olarak meydana gelen afetler bu çığ kütlesinin arttıkça, daha kısa sürede bile etkili olduğunu bize adeta haykırır derecede gösteriyor. Burada bir saptama yaparak yağış rejimini en anlaşılır şekilde özetlemek istiyorum. Yağıştan kastımızı yağmur olarak ele alalım. Öncelikle dünya üzerine düşen yağmurun artması ya da azalması söz konusu değildir. Örneğin; ilkokulda hatta belki anaokulunda bize öğretilen o yağış şemasını gözümüzün önüne getirelim, işte o şemanın dışına suyun/yağışın çıkması ya da girmesi söz konusu değildir. Yani dünyaya düşen yağmur miktarı her zaman olduğu gibi bugün de aynıdır. Peki farkı nedir? Neden seller oluyor, kuraklık oluyor? Cevabı basitçe şudur ki: dünyaya 365 güne yayılmış şekilde düşen yağmur artık 5 günde, 10 günde düşüyor. Bu yüzden gerekli zamanlarda su olmuyor ve kuraklık yaşanıyor, dengesiz şekilde gelen büyük yağışlar da sel felaketlerine yol açıyor. Isınmanın getirdikleri ve götürdükleri yazmakla bitmez. Bu yüzden bugün irdeleyeceğimiz tek konu karbon içeren atmosferin bize ne sağladığı, karbonun etkisinde önleyici rol oynayan canlılar olacak.
Geçmişten ders almanın önemini vurguladık fakat bu konu üzerinde dururken ders alacağımız olgu geçmiş zaman değil, gelecek zaman olacak. Nasıl olabilir derseniz, önce Venüs gezegenine kısa bir değinmek, onun üzerinden ilginç bir konuya geçiş yapmak istiyorum. Venüs Güneş Sistemindeki en sıcak gezegen unvanının yanında bir de herkesten aykırı dönüşüyle öne çıkmaktadır. Güneş'e en yakın ikinci gezegen olan Venüs çoğu gezegenden farklı olarak kuzey kutbundan bakıldığında saat yönünde döner. Kendi etrafında dönüşü yani bir günü, Güneş'in etrafında dönüşünden yani bir yılından daha uzun sürer. Ancak bugün bize desteklik sağlayacak özellikleri bunlar değildir. Venüs'ün atmosferi % 96 oranında karbondioksit, % 3,5 moleküler nitrojenden oluşur. Eser miktarda kükürtdioksit, karbon monoksit, argon ve helyum içerir. Gezegenin sıcaklığı kaynaklara göre farklılık göstermekle birlikte Venüs'ü araştırma ve keşifler yapma konusunda yarışta olan uzay ajanslarındaki rakamlar şöyledir: NASA (475 santigrat derece), Rusya Uzay Ajansı (462 santigrat derece). Öyle ya da böyle bu sıcaklığın kurşunu dahi eritecek bir sıcaklık olduğunu biliyoruz. Gezegenin yüzeyinde bulunan eriyik kurşun da bunun bir kanıtıdır. Bugün bu sıcaklığın sebebinin karbondioksit olduğu ve dünya ile kıyasının ilginç bir örneğini de sizlere sunacağım. Venüs atmosferi Dünya atmosferinden 100 kat bazı kaynaklara göre 90 kat daha yoğundur. Venüs'te su gaz halinde bulunur. Yüksek sıcaklık ve yüksek basınç suyun yoğunlaşmasına asla izin vermemiştir. Bu yüzden "okyanuslarla kaplı bir gezegen" demek doğru olamaz. Ama belki "okyanuslarla kaplıydı" diyebiliriz. Dünyamızın geleceğinin bu olmaması ümidiyle geçen her gün, maalesef bu tehlike yaklaşmaya devam ediyor. Dünya ile farklarından bir diğeri de Güneş rüzgarlarına tepkileridir. Güneş rüzgarları; Güneşten gelen yoğun elektron ve atom altı taneciklerinden oluşan bir dalga şeklindedir. Dünya bu rüzgarların etkisinden, uydusu Ay sayesinde bir nebze uzak durabilir. Ay ve Dünyanın manyetik çekim etkisi, gelen bu rüzgarların çoğunu uzaya fırlatır. Kuzeyde geceleri görünen müthiş renkli ışımalar (kuzey ışıkları) bunun sonucudur. Fakat Venüs'ün kendi ekseninde dönüşü inanılmaz yavaş olduğundan manyetik bir alan da oluşamamıştır. Bu yüzden Güneş rüzgarlarından nasibini oldukça fazla alır.
Dünya'nın bir Venüs olmasını bu güne kadar engelleyen metabolik aktiviteleriyle kalsiyum karbonat (CaCO3) depolayan canlılardır. Denizde yaşayan kabuklu canlıların kabukları bunlara örnek olmakla birlikte, foraminifer gibi bazı mikroskobik canlılar da kalsiyum karbonat depo eden bir diğer önemli canlı grubudur. Süngerlerin ve mercanların iskeletlerinde, yeşil ve kızıl algleri de içeren bazı alglerde de kalsiyum karbonat birikimi görülür. Alglerin makroskobik yapılarında çoğunlukla su akıntısına karşı destek görevi gören, bir nevi iskelet görevini üstlenen kalsiyum karbonat birikimi görülür. Bazı canlılar karbon emilimini ve depolamasını o denli yapar ki geçmişte yaşanmış yok oluşların bir kısmının sorumlularıdırlar. Özellikle siyanobakteriler, dünyanın kendisini ısıtıp soğutmasındaki bu döngüyü pervasızca kırarak yok oluş denen, canlıların %90 ve üstünün yok olmasıyla sonuçlanacak durumlar yaratmışlardır. Yine de Dünyaya en çok katkıyı yapan, bugünkü canlılığın oluşumunda büyük rolü olan canlılardır. O yüzden onları bir şeylerden sorumlu tutarken iki kere hatta üç kere düşünmemiz gerekir. Siyanobakteriler bize geçmişe dair bilgi vermekte de önde gelir: Dünyadaki oksijenin yaklaşık %50sinden sorumlu siyanobakterilerin ipliksi yapılarıyla, kalsiyum karbonatın bir araya gelerek katmanlı bir çökelti oluşturduğu yapıya stromatolit denir. Bir diğer deyişle yaşayan fosil de denen stromatolitlerin ve diğer kalsiyum karbonat çökellerinin bizim için diğer bir önemi ise bize geçmişe dair bilgiler vermesidir. Büyük bir mantara benzeyen bu yapılar sığ sularda, günümüzde yalnızca Batı Avustralya'da bulunur.
Dünya, oluşumundan bu yana birçok kez soğuyup ısınmıştır. Bu ısınmanın da soğumanın da sebebi büyük çoğunlukla karbondioksit miktarındaki artış ve azalıştır. Venüs'teki karbondioksitin yoğunluğunun sebebi, hiçbir zaman karbondioksiti metabolik olarak kullanan ya da depolayan canlıların bulunmaması ya da bunu sağlayacak bir mekanizmanın olmamasıdır.
Özetle Dünyamızı bir "Venüs" olmaktan kurtaran, çoğunlukla karbonu depo eden ve metabolik aktivitelerinde kullanarak karşılığında ortama oksijen veren canlılardır. Ama burada el üstünde tutmamız gerekenler karbonu depo eden ve tabiri caizse piyasaya sürmeyen canlılardır. Çünkü şuan yaşadığımız "yok oluş" doğal yollarla gerçekleşmeyen ve geçmişteki yok oluşlara nazaran çok kısa sürede gerçekleşen ve gerçekleşmeye devam eden bir durumdur. Bu bizim kendi kendimize yaptığımız bir intihar girişimidir. Bizi bu felaketten kurtaracak canlı topluluğunu koruyup kollamak en ön amacımız olmalıdır.
8 Ekim 2021 Cuma
Sunacağım bu hipotez bir popüler bilim dergisi okurken aklıma gelen, altının doluluğu şüpheli hatta yanlış olması muhtemel bir nottur. Olur da doğrulanır ya da yanlışlanır ise düzenlemesini yapacağım.
Arkeler yaşamın başlangıcı için o kadar uygundu ki, her yerde onlara rastlıyoruz. Arkelerden daha özelleşmiş canlılar var, peki arkeler niye evrimleşip daha da kompleks olmadılar? Aslında bir kısmı oldu.
Canlıların asıl amacı neslin devamıdır. Yani istemli olarak evrimleşmek gibi bir durumları yok. Hala bulunan arkelerin cevabı da bu olabilir. Bir kısmı zorunda kaldığı için daha kompleks hale gelmiş. Şuan hala bulunanlar ise buna gerek duymamış olabilir. Hala tartışması süren keseli memeli mi daha önce ortaya çıktı yoksa plesantalı memeli mi tartışmasının içeriğine oldukça benzer bir not aslında bu. Çünkü memeli senaryosundaki gibi arkeler bir coğrafi izolasyona maruz kalmış olabilir. Hatta bu bir yok oluş senaryosu içerisinde olmuş olabilir. Ayrıca bu durumda arkeden daha ekstrem koşullara dayalı bakteriler olarak şekillenmiş olabilir.
İçerikte belki utanç verici şekilde basit yanlışlar var olabilir. Uzun süredir bilinen bir şeyi dahi yanlış bir şekilde tanıtmış olabilirim. Doğru olarak kabul etmeyiniz.
İnsanlar mükemmel olarak nitelendirdiği canlıların geçmişteki hallerini ya da evrimsel süreçteki her halini görselerdi, bu "mükemmel" fizyolojiye ulaşmasındaki sebebin o canlının atalarının yeterince iyi olmaması olduğunu görürlerdi. Mükemmelleşmek ya da mükemmele yakın olmak için canlıların geçirdiği milyonlarca yıllık süreci bir kalemde silerek sanki direkt mükemmel olarak ortaya çıkmışlar gibi bir söylemde bulunmak aptallıktan başka bir şey değildir.