Blog Listem

6 Temmuz 2025 Pazar

Varoluşsal İhtiyaç: Merak

 Bilim, bilim için midir yoksa bilim, insan için midir?

Modern dünyada bilimin insan için olduğu belirtilmekte. En azından şu anki tablo onu gösteriyor. Bunun, ayrıca belirtecek kadar üstüne düşülmemesi, anlatacağımız aksi durumun ne denli önemli ama bir o kadar da kulak arkası edildiğini gösterecektir.

Merak, insanın kendini ya da yaşadığı toplumu geliştirme amacıyla yüzeye çıkardığı bir içgüdü değil, etrafında ne olup bittiğini anlaması için gereken: bilinmeyene karşı gösterdiği, doğal ve bilişsel bir dirençtir. Bu merakı tatmin etmek adına gösterilen deneysel ve gözlemsel işler de bilimin temelini oluşturur. Peki bugün bu merakı tatmin etmek ne kadar anlamlı ve verimli insanlığın gözünde? 

Bugün bilim, çoğu zaman "ne faydası var?" sorusuyla karşılaşıyor. Buradaki aranan fayda pek tabii insan için olan fayda oluyor. Bir çalışmanın ya da araştırmanın: kabul görmesi, maddi anlamda bir destek alması için bir soruna çözüm olması, bir teknolojiyi geliştirmesi veya ekonomik getirisi olması gerekiyor. Ama bilimin doğduğu yere, temellerine gittiğimizde, orada öncelik soruyu sormaktı. Duyulan merak, sorunun cevabından daha önemliydi. Antik Yunan'da, örneğin Miletos okulunda yetişen filozoflar doğaya bambaşka bir gözle baktılar. Thales, evrenin temel maddesinin su olduğunu söylediğinde, bu fikrin; ne tarıma, ne inşaata, ne de sağlığa doğrudan bir katkısı yoktu. Ama bu önemsiz gibi görünen cümle, tarihte ilk defa evrenin doğal bir açıklaması olabileceği fikrini ortaya koydu. Bu çok büyük bir kopuştu. Artık doğa, tanrıların kaprisi değil, insanın aklıyla anlaşılabilir bir sistemdi. Thales'ten sonra Anaksimandros ve Anaksimenes de evrenin düzenini açıklamaya çalıştı. Bunu bir inovasyon geliştirmek amacıyla, kapanıp da bir laboratuvarda yapmadılar. Onları harekete geçiren şey anlam arayışıydı. Yüzyıllar sonra Asos’ta, Aristoteles'in ayak izlerini takip eden filozoflar için de bilgi bir araç değil, bir erdemdi.

Bilmek, “işe yaradığı için” değil, insanın doğasına yaraşır olduğu için değerliydi.

Neden Bugün Bu Duyguyu Kaybettik?

Modern bilim bu geleneğin mirasçısı olmalıydı. Ama artık bilimden sık sık şöyle söz ediyoruz:

“Bu araştırma hangi hastalığa çare buluyor?”
“Bu proje ekonomik büyümeye nasıl katkı sağlıyor?”
“Bu teknoloji hangi pazarda kullanılabilir?”

Bu sorular makul olabilir, ama derinlikte yıkıcı.
Çünkü bu soru, bilimin yönünü yavaş yavaş insanın özünden, yani saf meraktan, pazarlanabilir faydaya doğru çekiyor.

Eskiden “neden?” sorusu değerliydi.
Şimdi “ne getirisi var?” sorusu esas oldu.

Bu kayma, üniversiteleri araştırma kurumundan Ar-Ge merkezine dönüştürüyor.

Sorgulayan zihin yerine “yatırıma dönüşebilecek fikir” aranıyor.
Ve en sessiz, ama en derin zararı da şu oluyor:
Merak etme hakkımız elimizden alınıyor.

Teknoloji: Bilimin Gölgesinde Yürüyen Dev

Bugün kullandığımız teknolojilerin çoğu, ilk ortaya atıldıklarında “ne işimize yarayacak bu?” diye küçümsenen fikirlerden doğdu.
Ama ironik olan şu: Hiçbir teknoloji, kendi başına ayakta durmaz.
Her işlemci, her internet bağlantısı, her tıbbi cihaz, altında katman katman bilimsel keşifler taşır – ve çoğu zaman bu keşifler, “yararsız” denilen temel bilim çalışmalarına dayanır.

Maxwell elektromanyetik alanları formülleştirmeseydi, bugün ne radyo olurdu ne mikrodalga fırın.
Mendel bezelyelere kafayı takmasaydı, genetik mühendisliği diye bir şeyden söz edemezdik.
Bohr atomu hayal etmeseydi, kuantum teknolojilerine adım bile atamazdık.

Ama bu insanlar bir şirket için, bir ihale için ya da bir uygulama için çalışmadılar.
Onlar sadece merak ettiler – ve başkalarının hazıra konacağı bilgileri açığa çıkardılar.

Bugün teknolojiyi yüceltiyoruz ama unutmamamız gereken bir şey var:

Bilimsiz teknoloji, kısa ömürlü bir konfordur.
Onun kökü yoktur. Hazıra konmuş bir sofradır. Biter.

Teknoloji, sadece bilimden doğmaz – temel bilimden doğar.
Ve temel bilim çoğu zaman hiçbir işe yaramazmış gibi görünür.
Ama işte o görünmeyen katman, insanlığın en büyük sıçramalarının kaynağıdır.

Merak Hakkı Daralıyor

Bugün bilimsel merak, görünmeyen bir kuşatma altında.
Fon başvurularında, proje tanımlarında, akademik yükselmelerde bir soruya tekrar tekrar maruz kalıyoruz:
“Ne işe yarayacak bu?”

Bu soru, görünüşte makul. Ama derinlikte yıkıcı.
Çünkü bu soru, bilimin yönünü yavaş yavaş insanın özünden, yani saf meraktan, pazarlanabilir faydaya doğru çekiyor.

Eskiden “neden?” sorusu değerliydi.
Şimdi “ne getirisi var?” sorusu esas oldu.

Sistematik Bilimin Sessiz Dramı

Bu dönüşümün sonuçları özellikle temel bilim alanlarında çok görünür.
Mesela hayvan ve bitki sistematiği.
Sistematikçilerin emek verdiği bu alan, doğadaki canlı çeşitliliğini anlamaya; onları sınıflandırmaya, akrabalık ilişkilerini çözmeye; canlıların geçmişi ve evrimiyle ilgili bağlantıları kurmaya çalışır.

Ama çoğu zaman şu küçümseyici soruyla karşılaşır:
“Yeni bir tür keşfetmenin ne anlamı var?”
“Bu canlıyı tanımak hangi sektöre hizmet edecek?”

Oysa şu sorular kimsenin aklına gelmez:

  • Bu tür, bir ekosistemin dengesi için kilit olabilir mi?

  • Bu canlı, geçmişte nesli tükenmiş türlerle bağlantı kurabilir mi?

  • Türleri anlamadan doğayı nasıl koruyacağız?

  • Ya da: “Bunu bilmek istemek zaten başlı başına değerli değil mi?”

Sistematik: Kayıp Canlıların Güncesi

Hayvan ve bitki sistematiği, ilk bakışta katalog yapar gibi görünür.
Tür isimleri verir, sınıflandırır, soyağaçları kurar.
Ama aslında bu alan, doğanın kendisini okuma çabasıdır.
Bilinmeyen bir canlıyı tanımlamak, geçmişin karanlığında kalmış bir halkayı bulmak gibidir.
Her yeni tür, ekosistemde bir yapboz parçasıdır; yerine oturduğunda daha büyük resmi netleştirir.

Fakat günümüzde bu alan çoğu zaman "eski usul bilim" olarak görülüyor.
Modern fonlayıcılar gözünde “veri üretemeyen”, “teknoloji üretmeyen” ya da “patentlenemeyen” bir alan.
Böylece sistematik çalışanlar çoğu zaman şu sorulara maruz kalıyor:

“Böcek mi tanımlıyorsun hâlâ?”
“Yeni bir yosun bulsan ne olur?”
“Bu tür zaten bir işe yaramıyorsa niye uğraşıyorsun?”

Ama bu soruların kısa vadeli faydacılığı, uzun vadeli bilimsel ve ekolojik gerçekleri gözden kaçırır:

  • Birçok ilaç türü, doğada yaşayan canlıların incelenmesiyle keşfedilmiştir. Ancak bu türleri önce tanımamız gerekir.

  • İstilacı türlerle mücadele, hangi türün yerli, hangisinin yabancı olduğunu bilmeden yapılamaz.

  • İklim değişikliğinin etkilerini izlemek, türlerin dağılımını, ilişkilerini, habitatlarını detaylıca tanımayı gerektirir.

Bilinçli Bir Daralma

Ne yazık ki birçok ülkede sistematik biyoloji laboratuvarları kapatılıyor.
Müze koleksiyonları küçülüyor.
Doğa tarihi üzerine çalışan bilim insanları “yayın yapamamakla” suçlanıyor çünkü sistematik araştırmaların döngüsü yavaş ve derinlemesine.
Akademide "kısa sürede etki üreten" alanlar öncelik kazanırken, doğayı tanımaya adanmış bu temel alanlar sessizliğe terk ediliyor.

Bu da şu sonucu doğuruyor:
Bildiğimizden fazlası yok oluyor.
Bazı türler, adları bile konmadan yok oluyor.
Bazı bilgiler, yazılmadan kayboluyor.
Ve biz bu sırada “bilim ilerliyor” sanıyoruz.

Oysa bilim, ilerlemek değil; kapsamak zorundadır.
Görmediğini fark etmek, gözden kaçanı yakalamak zorundadır.

Merak Bir Lüks Değil, Dirençtir

Merak, sadece bir “boş zaman aktivitesi” ya da “lüks” değildir.
Aksine, insanın varoluşunu ve gelişimini sürdürebilmesi için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır.

Tarih boyunca, özellikle zor dönemlerde; savaşlarda, ekonomik krizlerde ya da toplumsal çalkantılarda merak eden bireyler ve topluluklar, diğerlerine göre daha hızlı uyum sağlamış, yenilikçi çözümler bulmuş ve hayatta kalmayı başarmışlardır.

Merakın Toplumsal Gücü

Merak, yenilikçilik ve ilerlemenin yakıtıdır.
Sorular sormadan, bilinmeyeni araştırmadan, mevcut durumla yetinmek zorunda kalırsak; hem birey hem toplum olarak durgunlaşırız.

Örneğin pandemi sürecinde, bilim insanlarının virüsün yapısını anlamak için yürüttüğü merak temelli çalışmalar sayesinde, aşılar hızla geliştirilebildi.
Bu da merakın, kriz anlarında nasıl kritik bir role sahip olduğunu gösteriyor.

Ekonomik ve Sosyal Krizlerde Merakın Korunması

Birçok gelişmiş ülke, kriz zamanlarında dahi temel bilim araştırmalarına bütçe ayırır.
Çünkü bilirler ki, merakın önünün kesilmesi, uzun vadede inovasyonun, sağlık sistemlerinin ve teknolojik gelişmelerin yavaşlamasına neden olur.

Tam tersine, bazı gelişmekte olan ülkelerde “fayda odaklı” yaklaşım çok baskın olunca, krizler bilimsel üretimin daralmasına ve beyin göçüne sebep olur.
Sonuçta, o toplumlar daha kırılgan hale gelir.

Merakın Bireysel Boyutu

Bireyler için de merak, zihinsel sağlık ve mutluluk açısından önemlidir.
Yeni şeyler öğrenmek, sorular sormak, keşfetmek, insanın bilişsel esnekliğini artırır, yaratıcılığı besler ve zihinsel canlılığı korur.

Bu yüzden, özellikle gençlerin eğitiminde merakın bastırılması değil, teşvik edilmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak:

Merak, sadece bilim için değil, insan ve toplum için hayatta kalma stratejisidir.
Onu “lüks” olarak görmek, geleceği karartmaktır.
Merakın özgür bırakıldığı toplumlar, belirsizlikler karşısında daha güçlü durabilirler. Bilim, insanın evrenle kurduğu en derin bağlardan biridir. Ama bu bağ, yalnızca “insanın yararına” indirgenemez. Bilim, insanın merak eden, anlamaya çalışan, sorgulayan bir varlık olduğunu kabul eder.

İnsan Merkezci Olmayan Hümanizm

Bugün sıklıkla duyduğumuz “bilim insan için yapılır” söylemi, ne yazık ki bazen “sadece hemen işe yarayan bilim” anlamına dönüşebiliyor.
Oysa insanı insan yapan, sadece fayda değil, merak ve anlam arayışıdır.

İnsan evrenin merkezi olmayabilir; ama evreni anlamaya çalışan bilinçli bir özne olarak, merakla yoğrulmuş bir varlıktır.
Ve bilim, bu varoluşun en güzel ifadesidir.

Merakın Savunucusu Olmak

Bizler; sen, ben, her bilim insanı veya her merak eden birey, bu merak hakkını savunmakla yükümlüyüz. Çünkü merak, sadece bilim için değil, insanın kendisi için bir özgürlüktür.

Ve bu özgürlük kısıtlandığında, sadece bilgi değil, insanlığın geleceği de kısıtlanır.

Son olarak şu soruyu bırakıyorum:

“Bugün neden merak ediyoruz?
Ve yarın, merakımızı nasıl koruyacağız?”

26 Eylül 2024 Perşembe

 Neredeyse hiçbir şey hissetmiyorum. Kötünün iyisi olarak bu durumu iyi addediyorum. Evin balkonunda şarap içiyorum. Dışarı çıkarım belki bu gece. Öyle yürümek için sadece. Hiçbir şey hissetmememin sebebi belki mide bulantısıdır. Sessiz bir 'yeter artık' gibi... Huysuz bir yaşlı adam gibi hissettiğim zamanlar geride kaldı gibi. Artık yaşıtım bir bunaltı var. Birbirimizi daha iyi anlıyoruz bu yüzden.

Mide bulantısıyla gelen bıkkınlığı gün batımına kusmak ister gibi bakıyorum. Güneş böyle bir yüz ifadesini görerek battığı için kızgın gibi. Bulutlardan yansıtıyor bu kızgın sitemi.

Yorgunum. Sevdiğim insanların suratları teskin ediyor gibi beni. Bazen de arkamı dönüyorum. Güneşe yaptığımı onlara yapmamak için.

Güneş, insanların feryatlarını bulutlarda toplamış gibi. Kimi kara kimi lacivert bulutları alıp ufka gidiyor apar topar. Dağ olamamış tepelerin ardına bu tarafın hüznünü götürüyor. Bazı günler topladığı hüzünleri taşıyamıyor, geri veriyor üstümüze damlalarla. Hüznünü geri almayı reddeden insanlar bencilce şemsiyelerini açıyor ve evlerine sığınıyorlar. Acı çekmekten zevk alanlar mıdır yağmurda yürüyenler?

Güneşin yerini alacak olan gece bekçisi ay, bugün dolunay. Bu gece bir miktar hüznü daha salıverebiliriz belki de göğe. Komünist bir tavırla hüznü üstümüze damlalarla eşit dağıtan güneş bir işler çeviriyor olsa gerek.

Sonra gece bekçisi dolunaydan yansıyan hüzünler, gececilere bir matem ortamı sunuyor. Gecenin kahramanları, olduğunca ve bazen fevkalade hüznü çekerler gecenin bekçisinden.


Bölüm-1

Kendime o kadar yakıştıramıyorum ki, nefes alamayınca burnum tıkalı sanıyorum. Kilo var ondandır diyorum. Kendimi ne kadar avutsam da bu anksiyete, geceleri: çekilmez, yoğun bunaltı içerikli bir işkenceye çeviriyor. Bu işkenceden sağ çıkılan sabahlar hiç de güçlü hissettirmiyor. Sağ çıkılan sabahlar bir başarı değil bir kurtuluş hissini yayıyor düşüncelerime.

En azından güzel demlenmiş bir kahveyle içilen sigaranın dumanı hipnoz ediyor salonun bir köşesine. Geceyi hiç hatırlamak istemiyorum. Açılan bilgisayar ekranına ve okunmayı bekleyen makale sekmeleriyle bakışıyorum. Bir zamanlar can atarak okuduklarım midemi bulandırıyor. Bugün olmayacak gibi kusura bakmayın diyerek ekranı kapatıyorum. Balkona çıkıp o günün nasıl geçip gideceğini düşünüyorum. İçmek için havanın kararmasını bekliyorum. Bu aralıkta kendimi oyalayacak aptalca şeylere vakit harcıyorum. Havada az bir kapalılık emaresi görünce bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Günlük olarak kullandığım deftere bile yazmadığım içimdeki en derin hisleri artık yazıyorum. Hayatı tamamen salmış bir tavrı asla takınamadım bu güne kadar. Asla tamamen yapmadım bunu. Beni tetikte tutan şey de yine kaygıydı. Gelecek kaygısı herkes gibi bende de var. Bir şeyler olacağının farkındayım, gerçekleşmesi için ne yapmam gerektiğini biliyorum. Mantıklı bir insan olarak bunları biliyorum fakat bir sıraya koyma ve gereken için işe koyulma arzumu ve motivasyonumu kaybettim. Her gün kesinlikle düşündüğüm şeylerin başında da bu gelir. Hadi diyorum başlayayım okumaya bir yerden. Sonra bir anda aptalca bir bıkkınlık çıkageliyor. Sanki 'ne yaptığını sanıyorsun?' der gibi. Her şeyi bırakmak daha kolay olduğu için bu yola başvuruyorum. Evet. Kendini çok akıllı sanan bir salağım. Bu güne kadar öğrendiğim bilgileri öğrenme şeklime bakınca, motivasyon ve hayat enerjisi içerdiğini görüyorum. Bir daha ne zaman o kadar motivasyonum olur, ne zaman o yaşama isteği ve enerjisi gelir bilmiyorum. Ama o kadar istiyorum ki. Bunu bana sağlayacak ne varsa kendime yaklaştırmaya çalışıyorum.

****

Sonra bir gece oluyor. 

Gece dediysem sehere yakın. 

Kapkara, sevgilinin saçları gibi. 

Güneş gelse yırtsa bu karanlığı, neşeli havadisiyle, mektup gibi boydan boya.

Mümkünü yok huzurun diyen sessiz yakarışların peşine.

Sonra bir daha gece oluyor.

Gece dediysem de yatsı okunalı çok olmuş.

Sessiz geceye yedirilmiş, haykırışlarım gibi.

Sıcak bir kol gelse sarsa sırtımı, şefkatiyle bir ana gibi.

Mümkünü yok huzurun diyen sessiz yakarışların peşine.

****

Denetliyormuş gibi kalkıp kalkıp geceye bakıyorum. Bir anlamı yok bu bakışların.

01-10-2024

Bu acı beni bir gün öldürecek biliyorum. Abartıyor olabilirim şu an. Fakat bazı anlarda bunu düşünüyorum. Sonra düşündükçe batıyorum. Düşünmemeyi düşünüyorum arkasından. Elimde bıraktığım ilaçlardan var. Kullanmıyorum ama böyle durumlarda. Doktor yazana kadar da kullanmayı düşünmüyorum. Bunun sebebi temkinden ziyade: o an onu yaşamak istiyorum. Ne kadar acı verse de. Bu beni güçlendirecek düşüncesiyle değil. Bilmiyorum istiyorum sadece. Gün batımını neden izlemek istediğimle aynı sebepten gibi... Sadece izlemek istiyorum. Böyle anlar hiçbir şey düşünmemeye itiyor beni. Hiçbir şey istememeye, hiçbir şey yapmamaya itiyor. Hiçbir şeye... İçimdeki beni tanımaya itiyor bir yandan. İçimdeki hiçten arta kalanları... 

-Buradan sonra yazdıklarım, günlük diye adlandırdığım defterin temize geçilmiş halidir.-

04-02-2019

Selüloz kokan ellerle yazmaya başladığım bu yazı, aslında yeni kararını aldığım, günlük tarzı bir uzantı, belki kendi geleceğime nasihatler verebileceğim bir şey olacak. Selüloz dedim. Çünkü benim kendi yeteneklerimin farkına varma sebebim. Hayatıma bir yön, bir gidiş yolu vermenin başlangıcıydı belki. Bitkilere merakım "bonsai" denen küçük yaşlı ağaçlarla başladı. Doğa merakım, atmosferin üstünde iken birden göz hizama iniverdi. Zaten biyoloji merakım bu konuda bir takım mental gelişmeler aslında genişlemeler sundu benim için. Kimse kusura bakmayıversin konuşurken ağzımdan çıkanı geri alamıyorum, çoğu zaman hatalı konuşuyor, fikrimi açıkça söyleyemiyor, bazen küçük düşüyorum. Bu yüzden yazarken sürekli siliyorum. Konuşma hakkımı sesten yazıya istifliyorum.

Kendimde görebileceğim en önemli sorun belki de... Ah şu bel fıtığım da var ya! 16 yaşımda öğrendim. Acılarını şimdi çekmeye başladım, 18 yaşında. Evet 18 yaşındayım, hatta 2000 doğumluyum. Her ne kadar 99,98,97 hatta belki daha fazlası kuşaktan dalga konusu olsa da, 2000 doğumlu olmak hiçbir zaman beni dalga konusu edemedi. 99 ya da 98'li kuşakların vizyonsuz mizah anlayışlarından mıdır bilmem, her zaman dalga geçilir 2000 doğumlularla. Ama dediğim gibi hiç umurumda değil. Öyle ki onlar bana gülerek bir laf sarf etseler de her defasında aynı sahte gülümseme, acıyan surat ifadesiyle karşılaşıyorlar.

****

Kitaplardan gördüğüm o yıldızlı geçişi de yaptığıma göre, olay anlatım şekline geçebiliriz.

Hayatıma yön verme öykümün başlama sebebi aslında üniversiteye başlamam gibi gözükse de aslında lisenin bitmesiydi. Lise son sınıfta geçen o boş üniversite sınavına çalışma maratonu, sonunda lisenin bitişiyle bende başlayan okul özlemi, okuma özlemine, benim de asıl istediğim bölüme geldi. Ailemin isteği ve düşük sınav puanım ile kendi şehrimdeki üniversitenin ilk yardım bölümüne yazıldım. Aslında tercih ederken benim kafamda kapitalizm bulutları esmedi değil. Zaten asıl olayı kavramam daha sonra oldu. "asıl olay" dediğim bu yazacaklarımın hepsine denir belki de, o bana bağlı... Okula başladığımda kafa yapım tamamen değişmişti. Sürekli öğrenmek, kafamı doldurmak peşindeydim. İlk günlerde sınıfa gelen bir hocanın sorduğu "hayaliniz nedir?" sorusuna verilen cevaplar, beni sınıftan, bir kesim insandan soğutmayı başarmıştı. Etrafımdaki insanların neredeyse hepsi para bağımlısıydı. Öğrencilerin verdiği "atanmak" cevabı, beni beni paradan biraz daha soğutsa da ülkenin halini tekrar yüzüme bir tokat gibi çarparak benim silkelenmemi, yapmak istediğim ve yapacaklarımı yalnız kendim için değil tüm ülke için yapmamın daha kalıcı ve mutluluk verici olacağını kafama yerleştirmişti. Biyoloji ve doğa merakımın yanı sıra tarih merakım da büyümüştü. Her ne kadar internet gibi bir kolaylığa sahip olsam da öğrenmek için kitaplar gerekirdi. Ve bu kitapları alabilmek için para... Aslında istediğim kitapları alabilirdim. Ama aileme yük olmamak için yavaş yavaş almaya çalışıyorum. Bir işte çalışıp biraz para kazanarak aslında şu anlık iyi bir kütüphane yapabilirim. Ama bir kimsenin boyunduruğu altında çalışmak, patrona göre hareket etmek bana göre olmadığı için çalışmıyorum. Anlık olarak. Aşırı bir ihtiyaç durumunda olmadan çalışmak da hoşuma gitmez diye düşünüyorum. Bir genç insan olarak elbette gelecek kaygılarım var. Çoğunlukla bu konuda düşünürken, bana uygun, çalışırken mutlu olacağım ve her an bana bir şeyler katacak bir meslek düşünüyorum. En yakını öğretmenlik gibi geliyor. Eskilerde öğretmenliğin abartılmaması gerekilen, aslında gayet normal ve basit bir iş olarak görsem de bu görüşüm değişti. Öğretmenliğin gerçekten yapılırsa ne denli zor olabileceğini düşündüm. Bir çocuk sahibi olmanın verdiği sorumluluğun belki %20 belki %30'u kadar sorumluluğun birden fazla olduğunu düşünün. Geleceğini değiştirmek, güzelleştirmek isteyen her öğretmen işini gayretle yaptığı sürece ülkenin belki de dünyanın kaderini değiştireceği aşikardır. Nedeni ise eğitimin hayattaki büyük önemidir. 

Okulun 1. senesinin 2. dönemi, az önce ilk ders bitti. Hoca ilk dönemki "hayaliniz nedir?" sorusunu andıran bir soru ile başladı. "Bu bölümü isteyerek mi seçtiniz?" Sınıf tabi şaibeli bakıyor. Onlar da bilmiyor. Ne yazık... İsteyerek seçmeyenlerde bana sıra gelince ki bu uzun sürmedi. "Aslında biyoloji okumak istiyorum, belki bu bölümü bırakabilirim." sözüne karşın hocanın beni belki ilk gördüğünde verdiği ön yargılı kararıyla yoğrulmuş cevabı, beni yanlış anladığını, aslında okuduğum bölümün belki lazım olur diye diplomasını alacağımı bilmiyordu. "O zaman git çalış, bu dersten neden geçmek zorundasın ki?" cümlesi beni aslında tuhaf hissettirdi. İçimden "aslında doğru" demem ile, olsun acelesi yok, bu bölüm de bitsin fikirleri birbirine girdi. Hocanın lafı sanki bana bir zorunlu seçenekmiş gibi hissettirdi. Neyse ki hocaya karşı iyi ya da kötü bir ön yargım oluşmadığından kafamı uzun süre bulandıracak bir cümle değildi.

Sadece kendi geleceğim değil, aklıma ne gelirse düşündüğüm, hatta yetmediğinde yeni şeyler bulup düşündüğüm için kafam sürekli karışıktı.

****

Aslında hiç yapmak istemediğim yaz stajı için formu imzalatmak üzere okula erken gitmem gerekiyordu. Küresel ısınmanın çok etkin olduğu bu devirde şubat ayında, yaz sıcağıyla karşı karşıya, aslında bir o kadar huzurlu bir hava ile beraberiz. Neredeyse hiç sosyal bir insan olmayan ben, okulun üçüncü katında bir çalışma odasına tıkılmış güzel havayı anlatıyorum. Gençlik çağımın en büyük eksikliği gibi düşündüğüm. Çevremin alışık olduğundan mıdır bilmem, normal karşılanıyor. Ben de niye oturmuş eksiklerimden bahsediyorsam... Şu an yaptığım da bir eksikliğim belki... Oturmuşum yazı yazmaya çalışıyorum. Bu günlüğe karşı bir vazgeçme duygusu içindeyim. Zaten anlatımımın ezikliği ve yaşadığım hiç ilginç bir olay olmaması bu duygunu pekiştiriyor. Ah, aman! Ne biçim betimlemek ne biçim anlatım tarzları ve hikayeler... Hiçbirine sahip olmamak en azından bu işi yaparken canımı sıkıyor. Hiç mi yeteneğim yok? Bunu öğrenmenin yolu nedir? İşte bunu araştırabilirim. Şimdiki zamanı yazmakta zorluk çekiyorsam, ya da eksiklik duyuyorsam. Ben de geçmişi belki dolu geçen zamanları yazabilirim. Belki de yazamam. Belki geçenlerde yazmayı düşündüğüm bir hikayeyi burada deneyebilir, çıkarımlar yapar, düzelterek bir hikaye oluşturabilirim.

****

Birkaç gündür aksattığımın farkındayım. Geçerli bir mazeretim yok, o yüzden dersin başlamasına 8 dakika kala yazmaya başladığım bu yazı aceleyle yazacağım bir yazı olacak. Yine üçüncü kattayım. Birazdan bir yeni hocayla daha tanışacağım. Yazmadığım bir günde neler oldu? MR sonucumu göstermek için gittiğim doktordan: alışık olduğum, belki üçüncü kez bir doktordan duyacağım "küçük bir fıtığın var" sözünü duydum. Farklı olarak kalça eklemlerimde romatizma olabileceğini, bir romatizma uzmanı ya da fizyoterapi bölümüne gitmemi söyledi. Açıkçası bu yaşta romatizma ihtimali bile doktor odasında iken ciddi duruş, doktoru can kulağıyla dinleme ifadesi odadan çıkınca yok olmuş, yerini bir burukluk almıştı. Duraksayarak çıktım hastaneden. Bir dakika, ne alakası var? Zayıflasam düzelir mi acaba? Gibi saçma sorular kafamı doldurdu. Ayrıca yazmadığım bir günde karikatüre merak sardım. Çoğu zaman gördüğümde, aslında ciddi emek verilen bir iş olduğunu düşünerek kafamda yüceltirdim. Bir anda aklıma geldi, çağrıştırdı diyebilirim. İki üç şey çizdim. Tabi bu konuda felaket olduğumu da öğrenmiş oldum. 

****

Evet. Farkındayım, yine uzun bir süre ara verdim. Hafta sonlarına denk gelmesi ilginç değil mi? Aslında değil. Benim de tatilim olsun değil mi? Esas demiyorum tabii. Hafta sonları aklıma gelmiyor yazmak. Belki yazarım bundan sonra. Neyse, bu arada neler oldu. Karikatür maceram bitti sayılır. Tarih ilgimi artırmak istiyorum. PDF bir kaynak buldum. Ama 1988 basım olduğu için dili çok ağır. Abim bana bir iş bulma peşinde. Okula giderken bir yandan çalışmamı, alışmamı istiyor. Çalışma süresi kısa oldukça iyi olur. Çünkü kazandığım parayla istediğim kitapları alabilirim. Neyse aklıma geldikçe yazarım.

****

Dünden beri elimde telefon kendimi videoya çekiyorum. Tuhaf bir hismiş açıkçası. Özgüvenimi dipten yukarı taşımak, kendime karşı ön yargılarımı kırmak, kendimle dertleşmek gibi, bana aslında iyi şeyler katabilecek bir uğraş oldu. İkinci günündeyim. Kendime karşı durup, ilginç mimikler sergilemek ve dertleşmek gibi şeyler aslında iyi geldi diyebilirim. Tıpkı bir ayna gibi. Ama video kısmındaki ben aslında geçmiş, eski ben. Çünkü zaman her daim ilerliyor. Her saniye farklı bir insan olmak iyi bir şey, olanın üstüne daha da katmak ve hala iyi bir insan olma çabasında olmak, aslında değişimin etkisinin pek olmadığını gösteriyor. 

Yazmak istediğim hikayeye bugün başlamayı düşünüyorum. En azından karakterlerin özelliklerini belirlersem, başlayınca pek de bırakma ihtimalim kalmaz. Dışarısı rüzgarlı, kargalar rüzgara sevinmiş çocuklar gibi cıyaklayarak oyun oynuyorlar. Şu an kendimi biraz rahat hissediyorum. Sanırım video iyi geldi. Ama kaldı ki 2-3 işim var ve bunlar tek günde yapılabilecek kadar değiller. Kargalar baharın gelmekte olmasına sevinmişler belli ki... Neyse... Belki 1-2 gün yazamayabilirim. Görüşürüz.

****

Kantinden aldığım kahveyi döke saça üçüncü kata kadar çıkarabildim ancak. Kantin, okulun girişinden bir 20 metre uzak. Ve ben de sakarım. Sonuç, her yer kahve oldu. Neyse. Yine buradayım. Bugün daha da erken geldim. Evet, işim vardı, ama bugün de yapmadım. Bugünün işini yarına, hatta öbür güne bırakmak hoşuma gitmiyor. Ama üşengecim. Neyse, hikayenin karakterlerinin özelliklerini belirlemeye üşenmem sanırım. Ama yazmaya başlarsam bu defteri kullanmamayı düşünüyorum. Bu defterin tek amacının bu (yazı) olmasını istiyorum.

****

Aslında saçmalık olan beden eğitimi dersi için ve ardındaki ders için geldim. Hikayem için merkezde olan karakterlerin ismini ve özelliklerini belirledim. Fiziksel özellikleri hariç tabii ki... Fiziksel özelliklerini hikayenin gidişatı üzerinde hayalime göre belirleyeceğim. Şimdi satırlarıma bugünlük son vermenin ardından abimin verdiği ajanda tarzı deftere hikayemi başlatacağım. Görüşmek üzere!

****

Özür dilerim. Dört gündür nerelerde miyim? Aslında fark ettiysen araya hafta sonu girince 2 gün yazmıyorum. Ve yine fark ettiysen sadece okulun üçüncü katında yazıyorum. Yazmaya uygun bir ortam bulunca yazıyorum. Yani üçüncü kat... Açıkçası anlatacağım çok şey var. Ki bunun notunu sayfanın üzerine almışım. Evet, unutkanım, oldukça fazla unutuyorum. Karikatür çizmekte berbat olduğumu anlayıp merakımı silmiştim. Ama sadece çizme merakımı... Okudukça, karikatürleri gözlemledikçe sanki ufak ipuçları keşfetmiş gibiyim. Artık çizmeye kalkıştığım bir karakter yüzü daha normal oluyor. Hikaye ile ilgili: aslında bakarsan bu kısmı da kısa tutup hikayeye başlamak istiyorum. Çünkü ana tema, karakterler ve özellikleri belli. Asıl olaylar da tamamlandığı için tek kalan hayal gücüm ile araya sıkıştıracağım ufak olay örgüleri. Sayfa üzerine aldığım not ile ilgili yazıyı yarın daha erken gelip yazacağım. Merak etme sen ne yazacağımı az çok biliyorsun. Görüşürüz.

****

Hikayeye başladım sayılır. Yazdığım yarım sayfayı sürekli inceliyorum. Ama neresi bana çirkin geliyor anlamıyorum. Sanırım aşırı basit gibi geliyor bana. Neyse o sayfayı silsem mi, silmesem mi bilemiyorum. Muhtemelen sileceğim. Not düştüğüm yazıyı da şu an yazasım yok. Evet biraz kısa oldu ama ne yapabilirim? Yazacak bir şey yok. Bu aralar yazdıklarım zaten hep hikaye konulu mu? Aslında haklısın sadece hikayeden ya da karikatür öğrenmekten bahsediyorum. Karikatür demişken, akşam birkaç karakter suratı çizdim, hoş oldu. Aslında yarısını çizilmiş karikatürlerden bakarak çizdim. Ama kendi kafamdan çizdiklerim de var tabii ki. Neyse, ne hikaye ne de kitap istiyor canım. Kağıtları çıkarayım da biraz elimi alıştırayım. Görüşürüz!!

****

Beni tutan hapşırıktan kaçmaya çalışarak altı gündür nerelerde olduğumu anlatacağım. Evde, okulda. Evet sadece... Peki neden yazmadın diyecek olursan ben de bilmiyorum. Altı gündür ne yaptığıma dair hiçbir fikrim yok. Evet, tabii ki var ama unuttum. Muhtemelen dizi izleyip kitap okudum. Yeterince kaçamak cevap verdiysem şimdi de altı günü bitirerek şu andan, belki ileriden bahsetmek istiyorum. Doktorun bana verdiği damlayı bir an önce bitirip kan testi yaptırmak istiyorum. "D vitamini" eksikliğinden dolayı yaklaşık dört aydır kullanıyorum. Belki daha fazla... Ayrıca çok unuttuğum için de doktordan ek tavsiye olarak nasıl b12 vitaminini sürekli normal tutabilirim, gerekli ilaçlar vesaire... Tabii ki benim unutmamın sebebi başka da olabilir; psikolojik, stres... Stresin genel yaşantıdaki etkisi çok yüksek. Çok isterim ormanda, dağda vakit geçireyim. Bunu ekran başından Serdar Kılıç izleyerek yapamam. En azından topluluktaki o iğrenç gürültüden kaçmak, biraz olsun sessizlik barındıran bir yerlerde yaşamak isterim. Sessiz bir yer... Burasını bulmak benim için zor olmayacak diye düşünüyorum.

****

Evet, yaklaşık yedi gün oldu. Yazmıyorum. Arada gerçekleşen pek bir şey olmadı. Bugün birkaç zamandır düşündüğüm "Blog" işine başladım. Yani başladım sayılır, ilk yazıyı paylaştım. Şu an güneş batıyor. Ve seyretmek istiyorum o yüzden kısa kesiyorum. Sonra daha anlatırım, görüşürüz.

****

Yazmadıkça yazmaktan soğuyor gibiyim. Hayır. Sadece buraya. Blog paylaşınca o kısmı biraz deşelemek istedim. Ayrıca fark ettim ki blogta para kazanılıyormuş. Önemli değil. Yeter ki bu cahil toplum okusun, ama önemli şeyleri okusun. Tespitlerim doğruysa o platformda da sadece ünlü olmak için çeşitli saçmalıklar yapan, sadece ev kadınlarının okuduğu ya da sosyal medya gibi ilginç ergenlerle dolu. Umarım yanılıyorumdur. Aksi halde orda da insanlar gerçeği göz ardı ederek yalnızca eğlence odaklı çalışmalar yapacaklar.

Keşke toplumu kalkındırabilecek güçlere sahip olsam. Ki zaten var olduğuna inanıyorum. (Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.) Ama benim güç saydığım şeyin; gözü, kulağı kapalı halkın çoğunda yok sayılmış bir şey. İnsanlar sadece din ile her şeyi yapabileceklerine inanıyorlar. Din odaklı olmak insanların gözünü köreltiyor.

****

Vize haftasındayız. Bölümümü değiştirmek fikrini edindiğimden beri kafam çok karışık. İyi ki öyle bir fikir edinmişim, çünkü bu bölümü sevmiyorum.

Uzunca bir süre yoktum. Bu bir aylık süreçte hayatımın devamında etkili olacak kararlar da aldım. Zaten yaşadığım "deist" hayatıma ismini de koydum. Araştırmalarım ve sonuçlarına göre ateizm de olabilir durumda. Çünkü insanı en çok oyalayan şeyin din olduğunu artık kesinleştirdim. Hayatıma yönelik planlar kafamda şu an, hazır. Geriye kalan tek şey çalışmak ve istediğimi elde etmek. Geçmek istediğim laboratuvar bölümünden mezun olunca DGS ile aşık olduğum bölüme, moleküler biyoloji ve genetiğe geçiş imkanım var. Aşık olduğum dedim. Çünkü her geçen gün daha çok istiyorum o bölümü. Ondan sonra akademik ilerlemek, yurt dışında işler yapma imkanı... Şu anda bir başka sınav için aradayız. O sınavdan sonra öğrenci işlerine gidip konuyla ilgili birkaç soru soracağım. Şimdi bloğuma geçireceğim eski bir yazımı düzenleyeceğim. Sonra detayları anlatırım. Görüşürüz.

********

Tütün kokan ellerle yazmaya başladığım bu yazı, bir dert anlatma ya da yakınmadan ibaret değil... İnan çok zor yazıyorum. Kusasım var. Olmuş olan ve olacak olan her şey midemi bulandırıyor. İnan, çok zor yazıyorum. Kafamı taşımak için sol elimi kriko gibi kullanmaya çalıştığımda kafamın sıcaklığı beni bunaltıyor. Sokak lambasının adi cızırtısını bile duyuyorum. Akciğerlerimin kapasitesinin sadece %30'unu kullanıyormuşum ya da sadece o kadarı için hakkım varmış gibi daraldım. Aldığım nefesi iyi değerlendiremiyorum. İnan çok zor yazıyorum. Neyse ki beynimin çalışması için glikoz ve oksijen gerekiyor ve onları biraz da olsa aldım. Tamam, belki glikoz daha fazla... Tabii çayı fazla kaçırdığım için midem bulanıyor. Ah... Bu şekilde avutamıyorum kendimi... Her cümlede kalemi tutuş şeklim değişiyor. İnan, çok zor yazıyorum. Gerçekten, belki yürümek iyi gelir. Bir çıkayım, hemen dönücem, hasret gidermeye o zaman devam ederiz.

****

Odun kesme makinesinin baş ağartıcı sesinden korunmak için kulaklığı taktım. Çıldırtan bir ses... Galiba ben de misofoniğim. Dedemin bakkal dükkanındayım. İlk defa normal bir yerde yazıyorum. Çünkü artık bunu bir arkadaş bir dost gibi kullanmayı düşünüyorum. Ben neredeysem oda orada, aynı şeylerden hoşlanıyormuşuz gibi... İçimi dökerken asla kelimelerime dikkat etmeme gerek yok. Neysem onu yazıyorum. Onun da hoşuna gidiyor olacak ki uzun süredir bekliyor beni. En son bıraktığımdan beri çok şey oldu dostum. Anlatmaya üşeniyorum açıkçası. Hepsinden tek tek bahsederim, zaman zaman.

****

Bu defteri, dostum gibi kullanacağımı söylediğimden beri 1 yıl 8 gün geçmiş. O kadar çok değişti ki: bunları yazarken maske takıyor oluşum bir yere, artık gerçekten çoğu şeyi gerçekten hissediyorum gibi geliyor bana. Yani: yolculukları gerçekten yolculuk gibi, üzüntüler, mutluluklar, sorduğum sorular. Artık çoğunun gerçek olduğunu hissediyorum. Sorduğum sorulara karşın aldığım cevaplar hala gerçek hissettirmiyor. Herkese, hayatın "geçirilen" bir zaman olduğu kabul ettirilmiş gibi. Kimse hiçbir şeyi ciddiye almıyor. Ah, yine başlıyoruz: Ulan! Yine dine laf sallayacak!

Ben yalnızca (herkesin yaptığı gibi) insanlara kendimce doğru dediğim şeyleri anlatıyorum ve yaparlarsa kendi iyiliklerine olacağını düşünüyorum. Evet, herkesin yaptığı gibi. Neden? Herkes kendi kafasındakinin doğru olduğunu söylemez mi? Tarikatçılar dışında. Onlar "efendilerinin" dediklerini doğru kabul eder. Ve kendi fikri olmadığı halde daha özenli bir baskı yaparlar başka insanlara. Neyse gelelim niye bir anda yazmaya karar verdim?

Dün gece, eski denebilecek defterleri, tabii bunu da bir okudum. Tabi pek bir şey yazılı olmadığından bu çok kısa sürdü. Önceden olduğu gibi belki yazarsam iyi gelir diye düşündüm. Buradan sonrası günlük şeylerden ibarettir. Bu zamana kadar yazılmayan şeyler, belki sonra (üşenmezsem) yazılacaktır.

O değil de bir defter yaprağına bile! (Affedersin) Aslında hiçbir sırrımı ya da yalnızca benim içimden gelen bir şeyi yazmadığımı fark ettim. Ortam seslerinin bazen beni çok yorduğundan ve sinirlendiğinden bahsetmiş miydim?

Sanırım evet. O zamandan beri hiç hastaneye bunun için gitmedim. Dün gece hadi bir gayret kbb servisine randevu alayım dedim. 11 Eylül cumaya denk gelse iyi olurdu. Sebebini birazdan (bank daha fazla belimi incitmezse) yazacağım. Tam da bugün saat 15:40 için kalan tek randevuyu almadım. Çünkü abimin evini satması için evine emlakçı gelip fotoğraf çekecekti. Abimin kendisi şu an Bodrum'da muhtemelen güneşlendiği için ben gittim. Ve artık bir daha ne zaman randevu alabilirsem giderim.

Benim de randevum Cuma gününe istememin sebebi ananemin rahatsızlığıydı. Böbrek taşıyla başlayan rahatsızlık ve şüphelenilen başka hastalıklardan dolayı çekilen (PET/CT) sonuçları Cuma günü çıkacak. Hastalığa göre tedaviye başlanılacak. Tam olarak bilmiyorum galiba 6-7 aydır. Ülkemizde 8 belki 9 aydır dünyada bulunan korona virüs salgını sebebiyle bu sene kazandığım Trakya Üniversitesi Biyoloji bölümüne en azından ilk dönem için uzaktan eğitim göreceğim. Salgın olsa da ben ilk dönem de olsa okula gitmek isterdim. Fakat şimdilik böyle. 1 saate evde olmalıyım. Eve gidince iyice içine girmek, belki birkaç kağıt çıkaracağım iki konu var. Belki bundan sonra sık yazarım, hoş kal.

****

Bunu bir kez daha yapmıştım. Ananemin rahatsızlığı için birkaç teşhis yönteminden sonra birkaç gün bekleyeceğiz. Annem bu arada köye gidelim istedi. Benim hastane randevum olduğundan, dün değil bugün gideceğim. Bir kez daha yapmıştım, dediğim köy otobüsünün saati gelene kadar müzikleri fevkalade kötü bir kafede limonata içiyorum. Az önce kbb doktoruna gittim. İşitme testi gibi bir şey istedi. Yarın 15:00'te o test olacak ve doktora göstereceğim. Bu arada kardeşinle yüzme derslerine gitmeye başladık. Dün gittik, yarın da gideceğiz. Açık söyleyeyim. dersler iyi hoş da ders için toplam 420 tl verdik. Bir ayda yüzme derslerine gitmeye başladık. Bir ayda yüzmeyi öğrendik öğrendik. Öğrenemezsek bir 420 daha... Türkiye'de hayat zor. Ekonominin durumundan zaten bahsetmiştim. Şu ananemin rahatsızlığı bizi de yordu. Gece ben yatıyorum, kardeşim 6'lara kadar uyumuyor, ananemin tuvalette gitme ihtiyacı falan olursa yardım ediyor. Sonra sabah ya da öğleden sonra o uyuyor benden devam ediyor vs. Yaklaşık 4 gündür kitap okumuyorum. Kütüphaneden aldığım kitabı Cuma teslim etmeliyim. O gün belki köyde oluruz, hem de kitap yetişmez diye süresini uzattım. Kitabın adı "Doğa Araştırmaları" bu arada kitabın yarısındayım. Bir an önce bitirip, kütüphaneden "Doğu-Batı Divanı" nı almak istiyorum. Aslında "Doğu-Batı Divanı" nı ciltli olarak kendime almak istiyorum. Ama şimdilik bir okuyalım bakalım. 

Profesör Ali Demirsoy'un 1990'da Hacettepe Üniversitesinde okutulan ders kitabının birinci cildinde, sümüklü böceklerin midesinden "kitinaz" enzimi elde edildiğini okumuştum. Bunu denemek istiyorum. Yani enzim elde etmeyi ve bir böceğini enzime atıp gözlemlemeyi. Fakat sümüklü böceklerin anatomisini bilmiyorum. Bir de şu var: Her sümüklü böcekten elde edilir mi? Dur ben bunu şöyle bir göz gezdirip bakayım. Görüşürüz. Belki yarın sabahın altı-yedisinde bahçede hava alırken yazarım. Hiç sanmıyorum...

****

Evin en yakınındaki okulun bahçesinden yazıyorum. Bir haftadır falan bu okulun bahçesinde koşu, yürüyüş yapıyorum. Tabii doktora gittikten sonra koşmayı bıraktım sayılır. Çünkü doktor hastalığım için koşmayı önermediğini söyledi.

Hiç paylaştım mı, hatırlamıyorum ama söyleyeyim. Ankilozan Spondilit denilen daha çok kalça kemiği ile yakın bölgedeki omurları tutan romatizmal bir hastalık. Tedavisi yok. İlaçla, ileriki evrelerde iğne ile hasta rahatlatılmaya, normal yaşamı sürdürebilmesinde yardımcı olmaya çalışılıyor. Dizimin üstünde yazdığım için yazım biraz bozuk olabilir, ama en azından yazım hatası yapmamaya özen gösteriyorum. Zira koskoca Türkiye Cumhuriyeti'nin bakanları, üniversitemizdeki "hoca" sıfatlı cahillerin yaptığı gibi: ki ekini, -de, -da ekini yanlış kullanmıyorum.

En son geçen yıl 16 Eylül'de yazmışım.

Çok bunaltıcı bir dönemden geçiyoruz. Ve bu en "genç" yaşlarına denk gelen insanlara da ızdırap geliyor. Okulda ikinci dönemimdeyim. Ama hala mikroskop kullanmışlığım yok. Üzülüyorum gerçekten, somut şeyler görerek okumak bir başka tabii. Ve bunun bir başka şehre gidip orayı keşfetmesi de var. Aslında şu an pek konuşasım yok, bir hevesle geldim ama... Ama gerçekleştirmeyi düşündüğüm iki proje var. Bunları belirtip öyle gideyim diyorum. Birisi evimizin ön ya da arka ya da iki bahçesindeki böcek türlerini bulup kaydetmek. Eğer bu zorlamazsa bitki türlerini de kaydetmeyi düşünüyorum. Ama bunun için yaz tatilini bekleyeceğim. Aslında mevsimlerle değişiklik olabileceği için kışın da ekleme ya da çıkarmalar için tekrar çalışabilirim o konuda. Bir diğer projem de okyanusta, denizde yaşayan ve karbondioksiti belirli bir ölçüde absorbe eden mercan resiflerini araştıracağım. Sonra detayları konuşuruz.

****

Kendimi uzaylı gibi hissettiğim zamanlar oluyor. Uzaylı işin metaforu tabii... Arabaların aşırı ses çıkarması, kornayı bıkmadan çalmaları (insanların). Anlatım bozukluğu oldu ama neyse. Ve insanların buna asla tepki göstermemesi çok ilgincime gidiyor. O kadar fazla sese nasıl olur da tepkisiz kalabilirler, şaşırıyorum. En son yazdığımda söylediğim  hiçbir projeyi yapmadım. İlk söylediğim bahçedeki canlıları kayıt etme ile ilgili olanı yapmam için zaman yok. Okul 19 gün sonra başlıyor. Diğer projeyi de yapmadım. Uzay - zamanı ve mercanları, mercanların fizyolojisini olabildiğince araştırıp kayıt edecektim. Uzay - zamana giriş yaptım. O kadar. Psikolojik bozukluk, yapmayı istediğim şeyleri yapmak istememi, sürekli bir bıkkınlık hali sağlıyor. Doktor OKB tanısı koydu. Ama olay sadece fiziksel takıntılar değil, düşünceler de sayılıyor.

Evden dışarıdaki herhangi bir yere baktığımda, sanki sadece çöpleri görüyorum gibi geliyor. Şu anda bunları yazarken biraz da ellerim titriyor. Çok basit birkaç kelimeyi yazarken hata yaptım.

****

Yarın Edirne'ye geleli bir ay olacak. Burası (eğer karşılaştırma yapacak olursam) Sakarya'ya göre daha güzel. Daha fazla ağaç var. İnsanlar daha batılı. Ve her boş araziye apartman dikilmemiş. Şimdi insanlar batılı dedim diye "ne o? Doğu'nun nesi varmış?" gibi çıkış yapmayın. Siz de biliyorsunuz neyi olduğunu. Doğu-Batı sentezlenemez iki ayrı uç. Ya birini seçersin ya birini. Mustafa Kemal Atatürk'te bunun farkına varmıştı. O yüzden batıya yönelmişti. İster kabul edin, ister etmeyin. Medeniyet, batıda çok daha fazla. Şimdi medeniyet gibi koca gibi bir kavramı burada anlatmayacağım. Gelelim okul, dersler nasıl gidiyor? Açıkçası her ders dolu dolu, içerik çok zengin. Bu dersin zor olabileceği anlamına gelse de şahsım adına derslerden büyük zevk alıyorum. Gerçekten derse girerken heyecanlanacağımı asla tahmin etmezdim. Fakat sevince böyle oluyormuş demek ki. Geldiğimden beri neredeyse her günüm yoğun geçiyor. Ama sebebi dersler değil. Ne? Şaşırdın değil mi? Günde 3-4 saat ders çalışıyorsam/okuyorsam bunun belki 1 saati normal derse, 3 saati şahsi okumalarıma ayrılıyor. Mercanlar, resifler, iklim değişikliği, mercanların ve resiflerin fizyolojisi, önemleri, etkileri derken günlük okumamın çoğunluğu bu konuya ayrılıyor.

Gerçekten bu kadar da derin olacağını düşünmemiştim. Fakat bu önemli bir sorun. Ve ülkemizde Profesör Ali Demirsoy dışında önemseyen yok gibi. Okula geldiğimden beri (aslında bu daha da önceden başlıyor) bilmediğim ne varsa öğrenmeye çalışıyorum. Bazılarını hocalara soruyorum. Bir kısmından tatmin edici cevaplar alamasam da bu beni yıldırmıyor tabii. Hocalarımız gerçekten işini biliyor. Tecrübeli ve bilgili olmaları ders anlatışlarını etkiliyor. Her ders benim için heyecanlı geçiyor. Bu deftere önceden "tarih merakı" gibi bir şeyden bahsetmiştim. Açıkçası öyle bir şey kalmadı. Şu an merak konuların doğa bilimleri üzerine yoğunlaşmış durumda. Biyoloji, jeoloji özellikle. Felsefe okumalarım bile azaldı. Mercan resifleri gerçekten beni meşgul ediyor. Ama umarım bunca çabam ve harcadığım zaman boşa gitmez. Daha çok yeni, merkez kütüphaneden, iklim değişikliği ile ilgili bir kitap aldım. Okumalarıma destek olur diye. Ama bir profesörün zırvaladığını görmek beni gerçekten üzdü ve kitabı derhal iade ettim. Kitap demişken, Profesör Demirsoy'un "2035 Sonun Başlangıcı" kitabını bir türlü bulamıyorum. Her yerde tükenmiş. Denizlerin evrimi, kıtaların oluşumu kitabını buluyorum. Bir de "İçimizdeki Balık" kitabını bulamıyorum. Bulsam da birkaç kara borsacı 30 tllik kitabı 200,220 tl gibi fiyatlara satmaya çalışıyor. Ama danışman hocama ileteceğim, onun yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Geldiğimden beri yurt odasında bitki de yetiştiriyorum. Havuç, buğday çimi, domates, salatalık, limon. Havuçlar başarısız oldu. Çok cılız büyüdüler. Onları iptal ettim. Sonradan tek bir kapta tekrar çimlenmeye bıraktım. Buğday çimleri oldu, birisi suda çimlendi sonra toprağa koydum. Birisi direkt topraktan çimlendi. Direkt topraktan çimlenen daha sağlıklı görünüyor. Domates mi salatalık mı emin olmadığım birisini de gövdenin üstünden yanlışlıkla kırdım, tamamen kopmadı ben de bantladım. Belki tamir eder. Son olarak limon şu anda sağlıklı bir şekilde büyüyor. Geldiğimden beri ilk filtre kahvemi içiyorum. Kadın çekirdekleri gerçekten çok küçük çekmiş. Pek beğenmedim. Ama bakacağız. He bir de marketten aldığım iki havucun toprak üstüne yakın kısmından kesip suya koydum. Köklenirse toprağa sokacağım. Havuç vermeyeceğini biliyorum ama bitki olsun işte... Son bir şey daha deyip sonlandırıyorum. Çalışmaya geçeceğim. Bu aralar kafam daha da bulanık. Mercan resifleri, dersler, ödevler yetmezmiş gibi bir de gönül ile ilgili bir şeyler var. Aynı sınıftan birinden hoşlanmak hiç iyi bir durum değil biliyorum. Ben de mantığımı üste çıkarıp bu durumu bitirmeye çalışmak ya da daha kabul edilebilir, normal bir arkadaşlık haline getirmeye çalışacağım. Bu resiflerden bile zor bir durum bence. Umarım başarılı olabilirim.

****

Günaydın, nasılsın gelecekteki Bilal? Ben iyiyim diyebilirim. Gelirken buzdolabından akşam doğradığım havuçları almayı unuttum. Neyse yarın yerim. Yazmak istediğim birkaç şey daha vardı. Ama unuttum. Tabii. Anlayamadığım şey, yıllar öncesinden kalma (anatomi dersinden) hatırladığım çok şey var. Ama kısa süreli şeyleri unutuyorum. Şu mercanlara ve resiflere biraz ara versem diyorum. Ödevlerimi yapamıyorum yoksa. Araştırıp öğrenmek istediğim daha basit şeyleri şimdi halledebilirim. Ya da daha da düz takılabilirim. Ama nasıl? Eğlenmek için yaptığım şeyler çok az. Bitkiler, böcekler ve doğa dışında eğlencem yok sayılır. Olduğunu sansam da onların zaman kaybından ibaret olduğunu da biliyorum. Üzgünüm ama "Paris Antlaşması hakkında ne düşünüyorsun?" ya da şu söz hakkında ne düşünüyorsun gibi soruları sorabileceğim bir arkadaş bulmak neye benziyor? İğneyle kuyu kazmak mı? Üfleyerek kuyu kazmak mı? Yine narsist yönüm ortaya çıktı sanacaksın, ama hayır. Gerçekten söylüyorum. Ben bazen günün bir kısmı bir şey yapmayınca üzülüyorum. Bu insanlar bütün gün ne yapıyor gerçekten? Hiç mi bir şeyleri merak eden yok? Var da ben mi görmüyorum. Gösterin o zaman. 

****

Kafam gerçekten karışık.

****

Kafam daha az karışık. Resif okumamı istemsiz olarak erteledim. Dersler, ödevler ve şey işte... Duygularımın mantığını bu derece baskılamasıyla ilk defa karşılaşıyorum. İşin içinden çıkamıyorum. Belki de zaten bir çıkış yolu yoktur. Birilerine danışayım diyorum. Kafede, otobüste, yurtta gördüğüm yabancılara. Kız ve erkek. İki tarafı da dinlemeliyim. (BU BİR DENEY Mİ AHMAK! ARKADAŞ EDİN!) Belki yardımları dokunur. Hiç Harry Potter izlememiş. İçimden bir ses: birlikte felsefe taşını izlemeyi teklif et diyor. Ama mantığım, Ki o da duygumun aşırı baskısı altında: bu yaptığının sonu iyi değil diyor. Bu kadar mantık dışı bir şeyi bu kadar uzun süre düşüneceğim aklıma gelmezdi. Her ne kadar mantık dışı olsa da önemli bir karar bu. Devrik cümle için üzgünüm. Aslında mantığım ve duygularımın ortak bir fikri var. Ve şu durumdaki en mantıklı şey: daha iyi tanımak. Görüşmek üzere.

****

Geri döndürülemez bir hata yapmış olabilirim. Yok o değil. Daha masum fakat yine de geri döndürülemez. Gerçekten döndürülemez. Duygusallığın beni bu derece aptallaştırdığını unutmuşum sanırım. Gittikçe aptallığın dibini kazımam da cabası. Gerçekten ilk defa ne yapacağımı bilmiyorum.

****

Geri döndürülemez dediğim şeyi biraz döndürmüş olabilirim. Ama bu beni daha da aptal gösterdi. En azından devasa bir hata olacaksa bu onu belki azaltır. Kafamın içine; gelen geçen çöpünü bırakmış, fabrikalar atıklarını (filtrelemeden bir de) dökmüş, egzoz dumanı boca etmişler gibi bir karmaşıklık var. Bir şey söyleyeyim mi? Bu sayfayı silmeyeceğim ya da koparıp atmayacağım. Nasıl bir durumla karşılaştığını gör diye. Harry Potter "Ateş Kadehi'nde" bir sahne var bilirsin. Harry bir kıza baloya gitme teklifinde bulunacak. Ama tedirgin, Ronald diyor ki: ejderhayla başa çıktın, bir kızla mı başa çıkamayacaksın? Ve Harry: şu anda ejderhayı tercih ederim. Benzer bir durum, ama benim ejderham ne, tam olarak bilmiyorum. Yalnız hissediyorum ve korku hissediyorum. Gerçekten bu tam olarak nedir? Saçmalıyor muyum? Uykumu iyi alamadım mı yoksa? Bu kız olayları beni geriyor. Sanki daha önce kızlarla ilgili bir şey hissetmemişim gibi. Unuttum sanırım. Ve yeni oluşacak olanın da, gerçek bir durum olabileceği şu anda çok belirsiz. Sanırım ben sadece konuşacak birine ihtiyaç duyuyorum. Aslında kendi içimde olanları çözebilirim. Beni geren ve "ne yapacağım" dedirten karşımdakine neyi nasıl söyleyeceğim? Ya da bu durumun hata olup olmadığını nasıl tartışacağım. Yanlış mı anlar? Sinirleneceğine eminim. Bu duygu durumları gerçekten korkunç.

****

Dün muazzam bir olay yaşandı ve bu duygu-mantık karmaşası sona erdi. Üstümden bir yük kalktı sözünü ciddi manada yaşadım. Saçma ve karmaşık bir olayın beni bir daha bu kadar küçük düşürmemesi için daha dikkatli davranacağıma dair söz veriyorum. Şunu yazarken de hissettiğim, boşluk hissini acaba herkes yaşıyor mudur?

Yeni yeni öğrenmek istediğim şeyler keşfettim, daha doğrusu "acaba" şeklinde aklıma geldi.

-Planaryalar ve gen haritaları ✔

-Elektrikli balıktaki genin planaryaya aktarılması nasıl bir sonuç doğurur? ✔

Mercanları ve resifleri neredeyse bir haftadan fazladır boşladım. Bu durum canımı sıkıyor. Fakat zaten sınavlar başlamak üzere. Nedense sınavlara hazır hissediyorum. Sanki yarın olsa hiç telaşsız girip çıkacakmışım gibi. Normalde belli miktarın üstünde alkol kullanmam fakat, şu sıcak şarap mı, baharatlı şarap mıdır onu çok merak ediyorum.

****

Sadece bir barda sıcak su almak için gittiğim kantında, 3-5 dakika dahi sürmeyen bu süreçte hala insan olamamış varlıklarla karşılaşıyorum. 

Sınavlara hazır hissediyorum demiştim. Bitki dersleri için bunu söyleyemem sanırım. Ama aksilik ya gider en yüksek notları da onlardan alırım şimdi. Şu not olayı da çok tiksindiriyor beni. Hadi ortalamanı belli bir rakamın üstünde tutmak istersin de. Neden her sınavda yüksek almak zorundasın ki? Açıkçası ben artık yarışmaktan bıktım. İlkokuldan beri hep yarış atı gibi yetiştirilmedik mi zaten? Dışarıda insan olmayı dahi başaramamış milyonlarca mahlukat varken biz ne için yarışıyoruz? Hırs, azim denen şey daha ufacıkken bana verilmeye çalışıldı. Ama bu kelimelerden de hep nefret etmişimdir. Neyse ben bitki derslerinden birine, hoşça kal.

****

Sınavlarım vasat denebilir bir şekilde geçti ve sonuçlandı. Bir süredir içimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Sanırım o his yavaş yavaş uzaklaşıyor. İlaçlarımı düzenli kullanmadığımdan olsa gerek, resmen beynim yavaşladı. Hızlı çalışmasının sebebi de ilaçlar değil tabi. Ve bir süredir uykumu alamıyorum. Hoş bir zamandan geçmiyorum açıkçası. Elimdeki mercan resifleri araştırması gerçekten sandığımdan daha kapsamlı. Boyumu aştığını düşünmüyorum, yapabilirim. Fakat aynı anda dersler, uykusuzluk gerçekten oyalıyor beni. Ve nereden yazmaya başlasam tam olarak bilemiyorum. Ah evet, aklıma bir şey geldi. Sanırım benzer araştırmaları okuyarak bir şeyler edinebilirim. Hocalarıma da danışabilirim ama sanki ikinci sınıf öğrencisi için çok cüretkar bir davranış gibi geliyor. Açıkçası biraz çekiniyorum. Yeterince bilgi toplamadan yazmaya başlamayı düşünmüyorum.

****

Her seferinde: "Artık kesintisiz yazacağım." desem de, yine de yazmaktan kaçınıyorum. Sanırım canım istemiyor. En son sınavlardan falan bahsetmişim. Resif araştırmasını yazıya dökmek hatta yayımlamaktan bahsetmiştim. Sürekli yarım bırakıyorum ve zamanım yok diye avunuyorum. Oysa ki zamandan bol bir şeyim yok. Ona yoğunlaşabilirim. Fakat şu an sanırım biraz mümkün değil. Bölüm dergisini ha çıkardık ha çıkaracağız diye oyalanıyoruz. Aslında ben hazırım ama diğer arkadaşlarım galiba pek ciddiye alamıyor. İlk sayı çıksa, bir iki yazı hazırlayıp ondan sonra resif araştırmama odaklanacağım. Bu sefer kesin. Söz veriyorum. Planım şöyle: öncelikle resiflerin yapılarını, nasıl oluştuğunu, okyanusta oluşturduğu atollerden vesaire bahsedeceğim. Ondan sonra neden önemli olduklarından, barındırdığı canlılardan bahsedeceğim. Ve bunları küresel iklim değişikliği ve ısınmayla ilişkilendireceğim. Hem biyolojik hem fiziksel etkilerden bahsedeceğim. Deniz yaşamı hakkında maalesef detaylı bilgi olmasa da mümkün olduğunca detaylı bir yazı hazırlamak istiyorum. Bugün mümkünse derginin ilk sayısı için arkadaşları sıkıştıracağım. Tohumlu bitkiler dersi için şimdilik gidiyorum. Umarım yazmayı aksatmam.

****

İşte. İkide iki. Bu dönemki omurgalılar dersini merak ediyordum. Daha çok karşılaştırmalı anatomiyi. Ama derse giren hocamızın anlatışından pek iyi anladığımı söyleyemem. Bugün kadınlar günü ayrıca. Ortalıkta kimse yokken kadınlarla ilgili iğrenç düşünceleri savunan bazılarının bir günlüğüne melek olduğu gün.

****

Kargoyu almak için erken çıkacaktım. Evet, erken çıktım fakat kargoyu almadım. Biraz ders çalışmak için direkt kampüse geldim. Zaman geçerken, bir şeyler yapmadığımı fark ettikçe kötü hissediyorum. Mercan resifleri araştırması, bölüm dergisi... Aslında dergi için elimden geleni yapıyorum, diğer arkadaşlarım biraz boşluyor. Hepsi değil tabii. Son zamanlarda hayattaki amacımı kaybetmiş gibi dolanıyorum. Evet, hayattaki amacını bulmuşken bile kaybolabiliyorsun. Bastıramadığım bazı duygular yüzünden şöyle düşünüyorum son zamanlarda: bana aşk lazım. Bu doğal bir şey değil tabi. Fakat arkadaşlarıma, yalnız olmamak ile ilgili destek olduğum halde kendime bir şey yapamıyorum. Bazı duygularımın tekrar yüzeye çıkmasındaki sebebin " 'hayatın boyunca kariyer odaklı olamazsın, sen de bir insansın' gibi bir düşünceyi kavramış olmam" olduğunu düşünüyorum. Bahar, yavaş yavaş gelmeye başladı. Sağda solda böcek görüp elime almayı özledim. Böceklerin o küçük boyutlu yaşantısı hep sevimli geliyor bana. Neyse ders çalışacağım demiştim. Onu yapayım.

****

Normal bir gün, canım yazmak istemiyor açıkçası.

****

Bu "günlük" e ilk başladığımda olduğu gibi yine okulun çalışma odasında yazıyorum. Fakat bölümüm bu sefer bir "kafa karışıklığı" değil, istediğim, amaçladığım bölüm. Birazdan tohumlu bitkiler dersi başlayacak, uyumadım, bakalım dersi iyi dinleyebilecek miyim. Neyse, vizeler bittiğine göre belki de cesaretimi toplar ve şu mercan resif araştırmama geri dönerim. Azar azar da olsa çalışsam kardır. Aa unuttum. Ben önce; deniz biyolojisi ve paleontoloji derslerini çalışacaktım. Bizde henüz bu dersler yok, araştırmamda yardımcı olacağını düşünüyorum. O yüzden önce onları okuyup, öğrenmeliyim sanırım. Belli oldu! Çarşamba günleri hariç (çünkü o gün dersim çok erken) okula erken gelip bu derslere çalışmalıyım ve hatta notlar çıkarmalıyım. İki derse yarımşar saat ayırsam ya da bir gün birini bir gün birini çalışsam üstesinden gelirim diye düşünüyorum. Umarım normal derslerimle birlikte gelince çok ağır olmaz. Şöyle yapalım: 5. dönem yani 3. sınıfın güz dönemi başladığında bu araştırma yazılmış ve düzenlenmiş olsun. Mümkünse İngilizceye de çevrilmiş olsun. Ummanın ötesinde çalışmalı, kendime gelmeli, amacımdan sapmamalıyım. Bunu yaparken yaşamayı da unutmamalı ve kafayı yememeliyim. Neyse ben kaçıyorum, hoşça kal.

****

Günaydın, dün buraya yazmadan önce organik kimya çalışmıştım. Vizem kötü, finalde geçecek kadar almalıyım. Ama bugün ne kimya ne de dün söylediğim deniz biyolojisi ya da paleontoloji çalışıyorum. Neyse biraz omurgalı okuyayım. Dersten önce işleyeceğimiz yerleri... Kuşlar konusu.

****

Sanırım ilk defa sarhoşken yazıyorum.

...silinmiş 7-8 satır..

Verdiğin hangi sözü tuttun ki diye sorabilirsin. Haklısın. Kendince her şey güzel olmaya başlamış ya da başlamış gibi düşünebilirsin, git ötede düşün. Fakat yarın bir gün muhtemelen, kalp krizinden ya da intihar ederek öleceksem bu burada bulunsun.

****

Hayatımın en berbat günü, ben bencil, aceleci, geri zekalı bir orospu çocuğuyum. Kafa güzel tohumlu dersi dinliyorum. Dün gece bir yerden sonra bir şey hissetmedim. Hiçbir şey hatta. Ne düşünebildim ne üzülebildim. Kaskatı kaldım. İçmek ne işe yarıyor ki? Bence bir şey fark etmiyor. Gittim dün gece kör bıçakla elimi kesmeye çalıştım. Oramda buramda sigara söndürdüm. Aşk acısı çeken bir keko gibi.

Ben neden böyleyim? Neden hep her şeyi boka batırıyorum? Kalbime bir şeyler oluyor. İçtiğim için her şeyin farkına varamıyorum. Keşke hiç var olmasaydım. O bir buçuk yaşında havale geçirdiğimde keşke ölseydim. Acıyı da biraz unuturlardı en azından.

****

Rüyalarımdan öfkeli uyanıyorum. Sanki geçmeyecek bir öfkeymiş gibi hissediyorum.

****

Yine içtim. Kalbimden yana sıkıntı var bu ara.

****

Her seferinde daha kalifiye bir hale gelen bu depresyon 8 aydır sürüyor. Ölmeyi bu kadar iştahlı isteyebileceğim aklıma gelmezdi. Neredeyse her gece düşünüyorum bunu. Ölmeyi. Dün gece bir anlık kendimden uzaklaşıp dünyaya genel açıdan bir baktım. Neden arkamda kalacaklara üzülüyorum ki. Artık onu da geçtim. Beni durduran tek şey şu an nasıl öleceğim ve bunun için ne gibi malzemeler lazım? 3 hafta kadar önce bir kızla tanıştım. Bizim bölümden, sürekli görüyormuş beni. Enteresandır ben hiç görmedim. İlişkiye başladık. Bazı konularda hızlı ilerledik. Ben bunu sorun etmemiştim. Oysa ki onun kafası karışmış. Ne zamandır böyle hissediyor bilmiyorum. Ama dünden beri flört etmeyi de bıraktık. Edirne'ye dönünce tekrar başlayıp doğru adımlarla ilerleyelim önerisinde bulundum. Kendimi yeterince ifade ettiğimi düşünüyorum. Yüz yüze geldiğimizde kararını söyleyecek. Gider gitmez eşyalarımı yurda bırakıp buluşmak istiyorum. Umuyorum gitmeden önce pozitif bir sonuç ibareleri alırım kendisinden. Evet kendimi kandırılmış, kullanılmış hissettim. Ama öfkeyle karşılık vermedim. Ben böyle bir insan değilim. 9 gün var gitmeme. O güne kadar nasıl dayanırım. Vereceği cevapla nasıl başa çıkarım bilmiyorum. Zaten oldukça iştahlı bir ölme arzusu var içimde. Bu cevaba karşılık ne yaparım bilmiyorum. Olumlu olmasını diliyorum. Kendimi avutmak için. Aman olmasa ne olur diyorum. Aşık değilim ya.

Bir gram olsun mutlu değilim biliyor musun? Anasını sikiyim değilim. Hayattan ne istiyorum biliyor musun? Hayatı istemiyorum. Baya bildiğin. Bir sikim yok ki. Neyini istiyim? Mutlu çiftleri görüp sinirlenirdim. Bende niye yok diye. Artık sadece gözlerim doluyor. Ben hak etmiyor muyum? Şimdi illa birisi mi olmalı hayatında mutlu olmak için diye sorabilirsin. Evet amına koyim.

Özellikle bu depresyon döneminde zekamın da hasar aldığını hissediyorum. Artık bir şeyler okurken aklıma ilginç hipotezler gelmiyor. Okuyamıyorum da zaten. Sert bir rüzgarda kırılmış ama ağaçtan düşmemiş kuru bir dal gibi hissediyorum. İçim dışım kupkuru. Kendimi toprağa atmak istiyorum ama atamıyorum.

****

Şurada birkaç gün öncesinden her şey çok güzel olacak sevgilim var diyen kadın. Şimdi beni hayatından siktir edebilir. Ondan sonra neden içiyorsun diyorsun. İçerim amına koyim. Hayır bir de ben onu bulmadım o beni buldu. Ben onu sevdiğim için almadım hayatıma. Aldığım zaman sevdim. İhtiyacım vardı çünkü. Öyle umutluydum ki, bu umutlarımın sikilmiş olması onun da umurunda. Kendi içerisinde savaşıyor. Ama bir insan birisini sevdiğini çok çeşitli yollarla sürekli gösterip bir anda nasıl vazgeçebilir? Umarım vazgeçmez. Tekrar başlarsak hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ama şu an vazgeçmek o kadar irrasyonel bir karar olur ki. Rahatsız olmak lazım bu kararı vermek için. Sonra biz kötü insanlar mıyız? Sevmeyi sevilmeyi hak etmeyecek ne yapmış olabiliriz ki? Umarım düşünüp taşınır ve en kısa sürede olumlu bir dönüt alırım. Çünkü zaten hayatımın dip noktalarından birindeyim. Üzerine bunu yaşamak...

Kendimi asmak istemiyordum. Gider ayak niye boğulayım diyordum. Artık sağlam bir ip ve bir ağaç arıyorum. Artık anksiyete öyle noktaya geldi ki. Kusma geliyor. Bir insanın niye kusası gelir anksiyeteden? İçim rahatlayacak gibi de hissettirmiyor. Sadece acı verecek bir şey, bir zarar olsun yeter gibi.

 Artık ne tatlı esen rüzgar, ne kuş cıvıltısı, ne de hafif serin bir havada vücudu ısıtan bir güneş... Allah belamı versin onları bile hissedemiyorum. Böyle mal gibi bir şey oldum. Hareketlerim yavaşlıyor bazen. Dura dura yürüyorum. Beynimin yarısını çıkarıp almışlar sanki. Artık acı çekmiyorum. Acı bana acıyor ve okşuyor gibi hissediyorum. Ben bunların hiçbirisini hak etmedim. Sadece bunu biliyorum. İnsanların suratına boş bakıyorum artık. Dedim ya mal gibiyim. Bir yandan şöyle diyorum. Öldürmeyeyim kendimi. Gittiği yere kadar gitsin. Bakalım daha ne olabilir, daha ne hissedebilirim? Belki çok güzel şeyler olur? Bu demek değil hayat acıdan arınacak. İllaki olacak. Ama kaldırabileceğim şeyler olur belki sadece. Bekleyip göreceğiz. Bekleyip öğreneceğiz.

****

Artık bana sıkıntı veren şeyleri aşmakta çok zorlanmıyorum. Bunu, odağımı başka bir şey üzerine yoğunlaştırarak yapacağımı düşünüyordum. Fakat daha iyisi oldu. Kendi içimde çözüyorum. Yavaş oluyor. Ama oluyor. Okul başladı. Derslere sandığım kadar hevesli girmiyorum. Genel olarak hayata karşı pozitif hevesim de artmadı. Ama yaşıyorum. Şimdilik önemli olan bu. Bu ruh halimin bir gece birden değişebileceğini biliyorum. Biliyorum, ve buna hazırlıklıyım. Umarım her şey daha güzel olacak.

****

Dediğim gibi oldu. Ve ruh halim bir gecede değişme noktasına geldi. Neden böyle olduğumu anlayamıyorum. Nasıl olduğunu da. Hevesim de düzelmedi. Daha kötü olmadı. Ama iyiye de gitmedi. Biraz bekleyince değişeceğini umuyorum. Ama bak şöyle bir şey var: Yaşadığımı hissediyorum. Bunu hissetmek için iyi olmak da gerekmiyormuş demek ki. Bir yandan da ölmek hala oldukça çekici geliyor. Ama bir yandan, sallanan, hareketsiz bedenim aklıma gelince ürküyorum. Bir şeylerden korktuğum halde yapabiliyor muyum, yapabilir miyim? Bunun cevabını aldığımda cesur bir insan olup olmadığımı öğrenmiş olacağım.

****

İnsanlar çok ilginç gelmeye başladı. Dışarıda yürüyen, konuşan, kahkaha atan, ağlayan bedenler, tuhaf canlılar var. Ve bu canlılarla yaşamak zorundayım. Bazılarını öğrenmek zorundayım. Ama bana bir etkileri olmadığını, sanki bir fanus içerisinde gezen böcek popülasyonunu izlediğim gibi izliyorum. Ne yapıyorlar? Bazı davranışlarının sebebi ne? Hayatla bağlantımı mı yitiriyorum? Yoksa kahrolası bir narsist miyim?

****

Belki de hayattan keyif almaya başladım. Bilmiyorum. Ama bunun için erken konuşmak ve sonrasında hüsrana uğramak şu an için çok koyan bir şey değil bana. O yüzden pozitif bakabilirim. Şu 10-12 günde çok fazla alkol aldım. En son ne zaman bir günüm ayık geçti hatırlamıyorum. Dün öyleydi evet, içmedim. Bugün ne olur bilmiyorum. Kenardaki paramı böyle harcamak yerine borsada bir şeyler deneyeyim diyorum. Semih abiye bir danışacağım bunu.

Gün sonunda ruhum çekildiğinde başımı koyacak bir diz arıyorum. Bu gün sonu, öğlen bile olabiliyor benim için. Bu arayış beni ne kadar aciz hissettirse de istiyorum. Utanmazın teki oldum kendime karşı. Şiir okumak ve dinlemek istiyorum bu aralar. Lise yıllarımdaki o edebi buhranım geri mi geliyor ne. Aman gelmesin şimdi, sonrasına bakarız.

****


2 Mayıs 2024 Perşembe

Ben

13.10.2023

Dağınık odasıyla mutlu olan bir insanı tamamen yıkamazsınız. Ayakkabısını bağlamaya üşendiği depresif dönemlerinde yakalarsanız belki şansınızı deneyebilirsiniz. Ama tamamen yıkamazsınız dağınık odasıyla mutlu olan o adamı. Mutluyken de, değilken de, sarhoşken de, ayık taklidi yapacak kadar az sarhoşken  de... Tamamen yıkamazsınız dağınık odasıyla mutlu olan adamı. Beyni bunu yapmaya elverişli olmasa bile kalbinden çıkan sarmaşık sürgünleri dokunduğu ilk saf güzel şeye sarılı verir. Tamamen yıkamazsınız kalbine ket vurmayan adamı. Oturduğu odada birbirinden alakasız; oradan buradan toplanmış gibi duran kimisi boş saksıları dakikalarca, saatlerce izleyen adamı yıkamazsınız tamamen. 

19.10.2023

Kendi kendine bir şeyler yapıp pişman olan adamı pişman edemezsiniz. Kaygısıyla barışmasa da üzüntüsüne sarmalayıp uyuyan adamı yabancılaştıramazsınız yeterince. Varoluşsal yalnızlığın insanların arasındaki yalnızlığıyla kaynaştırmaktan zevk alan bir adamı yalnızlaştıramazsınız. İnsanlardan nefret eden ama onların arasında yürümeden duramayan bir adamdan nefret edemezsiniz. Beynini sürekli uyuşturan, düşünmekten zevk almasına rağmen düşünmemeyi sağlayacak şeyleri yapan adama nasihat vermeyin. Çünkü öğretemezsiniz yeterince. Kendisini hep birilerinden üstün görür dağınık odasıyla mutlu olan adam. Odasının toplanmasından hoşlanmaz kendisini birilerinden üstün gören adam. Çoğu şeyi iyi yaptığını zanneder odasının toplanmasından hoşlanmayan adam. Ama sakardır kendisi. Bazen sırf bir şeyleri kırıp dökmemek için kalkmaz masasından. Üşengeçtir kendisi. Çok fikri vardır masasından kalkmayan adamın. Ama bir şey yaptığı görülmez bu çok fikri olan adamın. Tembeldir kendisi. Dışarıdan sert görünür bu tembel adam. Sert gözükmek için çaba da göstermez. Merhamet sahibidir kendisi. Fazla duygusal olmasına rağmen ağlayamaz kendisini birilerinden üstün gören adam. Cevap alamasa da hayvanlarla konuşur sert gözüken adam. En sevdiği aktivite sessizce oturup etrafa, insanlara bakmaktır. Meraklıdır kendisi. Sevgi gösteren herkese karşılık verir hayvanlarla konuşan adam. Saygı gösterene güvenir. Ama yapılan saygısızlıkları unutmaz fazla duygusal olmasına rağmen ağlayamayan adam. Bazen ölmek ister bu meraklı adam. 

21.10.2023

Sessizce bir bankta oturmayı çok sever ölmeyi isteyen adam. Uzun kalırsa biraz beli ağrır. Beli rahatsızdır. Kaygılarının verdiği acıyla belinin ağrısını çoktan unutmuştur bankta sessizce oturmayı seven adam. Yazar olmayı isterdi bir zamanlar, bu beli ağrıyan adam. Belli ki insanları analiz edebilme gücünü kaybetmişti. Çoğu zaman kendini yaşlı, huysuz bir adam gibi hisseder. Ona buna sinirlenir sessizce bankta oturmayı seven adam. Kimseye müdahale etmez. Düşünerek hatalarını kendileri bulsun ister. Umursamaz olabilir kendisi. Ama çoğu hareketlerini irrasyonel bulur insanların. Doğa gibi düşünür kendisi. Gereksiz enerji israfları gereksizdir. Bu yüzden kendisini asmak istemez ama. Kendisinin gereksiz olduğunu düşünmez çünkü. Egoisttir kendisi. Gündüzün aydınlığı ya da gecenin karanlığı gibi şeyler ile ruh hali değişen insanlardan değildir kendisi. İyiyse iyi, kötüyse onu yaşamaya çalışır. Hayatı kendisi için zorlaştırmaz denemez onun için. Bazen zorlaştırır çünkü. Arıları çok sever ama baharın gelişini düşlemez sessizce bankta oturan adam. Alıp bütün sene kış olan bir ülkeye bırakırsanız bu arıları seven adamı. Arıları sevmekten vazgeçmez. İrrasyonel aksiyonlara sinir olur bu arıları seven adam. Sessizce bankta otururken "eğer insan içindeyse" çok görür bu aksiyonları, eylemleri. Huysuzdur kendisi. Bir şeyler öğretmeyi sever bu huysuz adam. Öğrenmeyi de sever kendisi. Dogmalarla çarkı dönen bir ülkeye bile alıp bıraksanız bu öğrenmeyi seven adamı. Öğrenmeyi sevmekten vazgeçmez. Hem insan sevmez hem de kalabalıkları sever bu öğrenmeyi seven adam.

Aklı başında gözükse bile dağınık odasıyla mutlu olan adam. Aslında pek de öyle değildir. Çok kolay kandırabilirsiniz kendisini. Size ihtiyacı olduğunu hissettirseniz yeter. Kimseye ihtiyacı olmaması fikrinden nefret eder bu çok kolay kandırılabilen adam. Kimseye ihtiyacı olmadığını söyleyen insanlara da inanmaz zaten. İnançsızdır kendisi. Bazı şeylere çok kolay bağımlı olabildiğinin farkındadır bu arıları seven adam. Ama bu iradesizdir demek değildir asla, onun için. Aşkı gerekli görür arıları seven adam. Olmasa da olur diyemez bir türlü. Olmasa da olur diyecek diye bir gün, çekinir kendisi. Yaşadığını sadece bu yolla hissetmez. İyi şeyler kadar kötü şeylerin de yaşadığını hissetmesini sağladığını anlamıştır çoktan. Düşünür kendisi. Düşünür ve bunun bir yere varmasını beklemez. Bunun için içi rahattır çoğu zaman. Her şey olacağına varır demez aslında. Kaderci değildir kendisi. Kendisinin geçmişine baktığında bugün geldiği yere gelmek için bir şeyler inşa ettiğinin farkına da varmıştır. Kim bilir: belki de şu anda aynı şeyleri yapıyordur. Bunu yaparken cidarındaki insanları mantıkla seçmeye çalışır. Hata yaptığı da olur. Olur olmadık insanları çevresine alır. İyi ki farkına çabuk varır da daha fazla zarar görmez.

Kahve ve tütün içer, insan sevmez ama topluluklara karışmayı sever. İnsanlara kolay güvendiğini bilir, bunu kırarsa kendisi için iyi olacağını bilir. Ama kusur ya, bırakamaz güvenmeyi. Saygısızlığa tahammül edebildiği için hiç iyi hissetmez kendini. Merhamet sahibidir. Aşık olmak ister. Bunu söylemekten çekinmez. Bu konuda gamsızdır kendisi. Gamsız insanlardan da hoşlanmaz. En azından bir şeylere tepki verebilmeli insan diye düşünür. Eski müzikleri sever. Eski kitapları biriktirir. Dinlerken ya da okurken, yayın zamanlarını düşünür. Yayınlandıkları zamanda yaşayan insanları düşünür. Nasıl yaşadıklarını, ne hissettiklerini merak eder. Ne katacağını düşünmeden yapar bu tarz şeyleri. Şiir dinlemek gibi. Sadece yapar. Pragmatikliği her şeye bulaştırmamaya çalışır. Öyle yaşamın robotlaştıracağını düşünür çünkü. İnsanlara "öğüt" vermesi gerektiğinde: şöyle yapmalısın yerine şöyle yaparsan şöyle olabilir ama ne istediğini sen bilirsin der. Emri vakiden hiç hoşlanmaz. Hatta nefret eder.

Şarkıda söylediği gibi "Tek ihtiyacın aşktır." diye düşünür. Her şeyi çözecek olan şey aşktır demez. Ama çoğu şeyi çözmek için "aşkın daha kolay hale getirdiğini" düşünür. Bu zamana kadar çözdüklerinde aşkın pek bir etkisi olmamıştır. Fakat zamanla ihtiyacı olduğunu anlamıştır. Bunun sebebi hormonlar olabilir, yeterince sevgi hissetmemiş olmak olabilir. Bunu henüz bilemez. Ama bilir ki tek ihtiyacı aşktır. Bazı konularda motivasyonunu geri kazanmaya çalışır. Şimdiye kadar başarılı olduğu söylenemez. Ama uğraşmaktadır. Önemli olan da budur. Motivasyon kazanmaya çalışmaya motivasyonunun olması. Bu onun için iyidir. Mutlu olur bundan. Saçının okşanmasından da mutlu olur arıları seven adam. Yaşamadığın şeyi bilemezsin, ama olurum herhalde diye düşünür. Yalan değil, sevgi konusunda hayatı kaçırdığını düşünür. Sen kariyerine odaklan gerisi gelir zırvalarına aldırış etmez. Ki zaten kariyerine odaklanmaya da uğraşır. Bunu söylemek kimsenin haddi değil diye düşünür bir zamanlar yazar olmak isteyen adam. Son zamanlarda bu dürtü geri gelmiş gibi hissediyor sanırsam. İster ama ne yazacağını bilmez. Ne yapsa hep bir eksik gelir. İçine sinmezse işi yarım bırakır ve başka bir işi yarım bırakmak üzere düşünür ve işe girişir. Nedendir bilinmez, sakız çiğneyen ya da toplum içinde eşofman ile çıkan insanların ciddiyetinden şüphe duyar. Ha bir de kaynaşma harflerini kullanmayanlardan. -Dondurma ister misin? -Neli? Ne? "y" harfi nerede? Neyli olacak işte. Dil konusunda takıldığı bu ufak şeyler onun alameti farikasıdır.

Kaygı atakları esnası dışında, her şeyin bir şekilde açıklığa kavuşacağını, çözüleceğini düşünür. Sessizce bankta oturmayı seven bu adamın şefkate bağımlı olduğunu söyleyebilir miyiz? Söylersek eğer: sevginin olmadığı zamanlarda bazı şeyleri atlatmış olmasına ne diyeceğiz? O halde sevgiye bağımlı değildir. İhtiyacı vardır. İhtiyacı olan bir insanın da elde edemediği şeyleri istemesi hakkıdır. Etik değerler çerçevesinde. Buna bayılmasa da etiği değerlendirmeye bile almadan insanları yargılar bazen. Ön yargı hayat kurtarır der kendisi. Tabii bu önyargıyı zeka seviyesi ortalama bir insanın yapması halinde felaketle sonuçlanabileceğini de bilir. 

02.11.2023

Etrafta kaçırdığım bir telaş var gibi hissediyorum. İçimden bir şey o karmaşaya girmeye engel oluyor gibi. Bu iyi bir şey sanırım. Hava sevdiğim gibi kapalı ile açık arasında, az yağmurlu. Bir şey için harekete geçmem gerekiyor gibi hissediyorum. Bunun ne olduğuna emin değilim. Sonuçlarına katlanarak bir cesaret örneği göstersem ya. Kaybetme korkusu burada devreye girip beni kucaklayıp bir kenara bırakıyor. Oradan buraya gelme demiyor. Bunu demediği için de beklemeden sürekli deniyorum. Es versem bazı şeyler daha kolay olacak gibi.

Ne kadar çok aptal insan var, tahmin bile edemezsin. Ucubeliklerini gizleme gereği bile duymuyorlar. Çoğunluğa ayak uydurmanın gerekliliği bu çünkü. Bir süredir kendine zarar verme isteğimden uzaklaşmış bulunuyorum. Artık sanki daha sanki daha sakin olsam diye iç geçirmelerimin karşılığını aldım sanırım.

10.11.2023

Günün aydınlığı, gecenin karanlığı ile ruh hali değişen tiplerden değilim demiştim. Ama sanırım biraz yanılmışım. Tam olarak hangi kısmında yanıldım bilmiyorum. Yazma arzusu gelip geçiciydi ve geçti mi, onu da kestiremiyorum. Ama hala sessizce bankta oturmayı seviyorum. Bazen bu bir bank değil, taş parçası da oluyor. Gövdem ya bir topluluğa -gelen geçen insanlara- ya da geniş bir araziye bakmalı elbet. Bazen sadece ne düşündüğümü düşünüyorum. Kafamı meşgul ettiğime değecek bir şey mi acaba diye. Kafamı meşgul ettiğime değecek bir şey değilse unutuyorum genelde, ne düşündüğümü düşünürken. Hayatımda bana sunulan ya da kendime sunduğum kararlara yönelirken hissettiklerim: sürekli izlediğin bir arazinin içerisine girip gezmemek gibi. Bunun için pek bir cesaret gerekmiyor oluşu: daha gerçekçi ve asıl olan sebebin ne olduğunu düşünmeye itiyor beni. 

Bazen sadece gitmek istiyorum. Yolda düşünmek için. Vardığım - varacağım yer önemli değil. Ama sanırım bunu daha önce söyledim. İnsanlar neyin basit, neyin zor olduğunu anlamak için kendilerini rehber alıyorlar. Oysa zorluk da kolaylık da oldukça değişken bir kavram ikilisi. Aşkı bulabilecek miyim diye düşünürken karamsar olmuyorum. İyimser de olmuyorum ama. Genel olarak karamsar gözüksem de bu gibi bir konuda değilim. Bu en çok da beni şaşırtıyor. 

Esen rüzgarı seviyorum. Sıcak - soğuk fark etmiyor. Saçlarımın rüzgara direnirken yüzüme çarpmasını seviyorum. Ve bunu çoğu şeyde olduğu gibi sessiz seviyorum. Acaba ben insanları da mı sessiz seviyorum? Sanırım öyle diyebilirim.

27 Kasım 2022 Pazar

Bipedalizmde Foramen Magnum'un Orta Eksene Kaymasının Sebebi Notları

 Anatomik ve Fizyolojik Evrimin Ters Düşünülmesi - Ters Hipotez



Örnek üzerinden gidersek düşüncem şu:

Primatlarda foramen magnum deliğinin; bipedalizm süreci meydana gelirken başın arkasından ortaya doğru kaydığı söylenir. Bu şahsımca çok havada kalmış bir varsayımdır. Benim varsayımım: Evrimsel sürecin üç ana temelinden birisi olan mutasyonun, daha büyük rol oynadığı yönünde. Basitçe benim varsayımım: Primatlar ayağa kalktığı için foramen magnum deliği ortaya kaymadı. Mutasyon sonucu, ortada foramen magnum deliği olan üye çoğalabildi. Ve genini aktardı. Bu varsayımımı yanlışlayabilecek kanıtlar; Kademeli olarak kemikteki değişimi gösteren fosiller olacaktır.

Bipedalizmle ilgisi olan pelvis kemiğinin genişlemesi de bu şekilde gerçekleşmiş olabilir. Hatta pleiotropik bir gen buna sebep olmuş olabilir.



16 Nisan 2022 Cumartesi

İklim Değişikliği ve Nüfus Artışı İle İlişkisi

 Dünya'nın, yalnız iklim değil; ekonomik, toplumsal ve uluslararası sorunlarının başlıca nedeni nüfus artışı sorunudur. Her ne kadar dünya halkının refah seviyesi belli seviyenin üstünde olan kısmı bunun etkilerini hissetmese ya da görmezden gelse de; bu sorun her canlıyı etkileyen, önüne geçilmesi gereken bir sorundur. Bu konudaki çeşitli kurguların; toplum içinde dolaştığına ve ülkelerin gizli gizli nüfus sorununa çözüm aradığına, nüfusu azaltmak için çeşitli yollar denediğine dair söylentilere rast gelmiş olabilirsiniz. Pek tabii bu söylentiler gerçek de olabilir.

 İnsanlar, özellikle çevreyi etkileyen sorunların etkisini çok geç hissediyorlar. Bilim insanlarının da işi; sorunları öngörmek ve çözüm sunmak olduğundan, bilim insanlarının önerilerini dinleyen toplumlar sorunlarını büyümeden halledebiliyorlar. Şu anlık dünya nüfusunun; bir sorun olmadığını, sadece kaynakların adil paylaşımında sorun olduğunu söyleyen bilim insanları da var. Fakat refah yaşayan toplumlar, bir şekilde kullanılan toplumlar sayesinde refah yaşadıkları için: nüfusun bir sorun olduğunu söyleyen bilim insanlarına hatta bunu dile getiren vatandaşlara, yanlış düşündüğü ve bunun bir insan hakkı ihlali olduğunu söylüyorlar. TÜİK verilerine göre, Türkiye nüfusunun 2050 yılında 93 milyon olması bekleniyor. Farklı senaryolara göre 104 milyon- 110 milyon gibi rakamlar da mevcut. Dünyadaki durum ise, 2050 yılında 9 milyar 306 milyon kişiye ulaşması yönünde. Şu an yaklaşık 8 milyar olan nüfusa göre; 28 yılda 1-1,5 milyarlık bir artış hayli yüksek bir oran.


Nüfus artışı özellikle ekonomik olarak öyle büyük bir sorun ki; bu sorun yaşanmasa dünyanın sırtından olağanüstü bir yük kalkacak durumda. Çünkü üretimin, tüketimin ve tüketim artıklarının ne kadar fazla olacağı nüfusa bağımlı olmakla beraber; artıkların birikiminin yanında yok edilmesi eser miktarda kalıyor ve sonu gelmeyecek bir atık birikimi yaşanıyor. Diğer bir yandan; doyurulacak boğaz sayısı arttıkça üretim için gereken hammaddelerin doğadan karşılıksız alınması da artıyor, dolayısıyla atıklar da olağanüstü sayılara ulaşıyor. Her ne kadar bazı medeni ülkeler, doğaya olan borçlarını ödemek için çaba sarf etseler de; çoğunluk bunu gerçekleştirmedikçe yararımıza bir gelişim olabilmesi pek olası değil. Üretim için kullanılan hammaddelerin hepsi doğadan karşılansa, böyle bir durum yaşanmayabilirdi. Kaldı ki hepsi doğadan karşılanmıyor. Bu konuda denebilir ki: "Petrol ve türevlerinin; ucuz hammadde, kolay üretim adına açgözlülükle sömürülmesi, insanoğlunun kolaycılığının tarihteki en büyük yansımasıdır."


Doğayla Uyum İçindeki İnsanın Hammaddeye Erişimi


Doğayla uyum içinde yaşayan insanlar; bir şeyler üretmek için gereken hammaddeleri doğadan karşılarken, tamamen sömürmemek ve süreklilik için yaşam biçimlerine göre stratejiler geliştirmiştir. Bu stratejiler göçebe insan için; bir bölgedeki hammaddeleri öğrenip bir kısmını kullandıktan sonra yer değiştirmesi; yerleşik toplum için ise, insanlık tarihini büyük ölçüde değiştiren stratejilerden birisi olan tarımdır. Tarım, yerleşik hayatın gerekliliklerinden biridir. Yerleşik hayata geçiş ve tarım sayesinde; nüfus artışı hızlanmış ve toplulukların yeryüzüne yayılış alanı genişlemiştir. Sebebin açıklaması ise: üretilen gıdanın depolanabilmesi, topluluk içinde ve dışında alışverişler olmasıdır.



Nüfusun iklime etkisi ise; hammaddelerin yanlış kullanımı, aşırı tüketim ve bunun sebep olduğu kirlilik birikimidir. Bu konudaki sorunun sebebini kaynakların adil kullanımına bağlayan bilim insanları, kirlilik birikimi gibi sorunlara ekstra çözüm aramaktadırlar. Oysa ki diğer şekilde sorunu belki de kalıcı olarak çözebiliriz. Tabi burada devreye etik girdiği için her önerilenin de uygulanmasından önce bir filtreden, denetimden geçmesi gerekir. Bilimin önerileri doğru önerilerdir fakat etik konusu bu kesinliği bozmaktadır.




31 Aralık 2021 Cuma

İnsan Evriminde Bipedalizm'e Geçiş ve Aile Yapısının Oluşmasıyla İlişkisi

Bilim camiasında öne sürülen hipotezler; bilimsel olması açısından daima şüphe ile kontrol edilir. Çünkü rasyonel olarak gerçeğe ulaşmanın tek yolu şüphe ile kontroldür. Böylece olası her hatanın önüne geçilir. 

  Canlılar evrimsel süreçte bazı zor zamanların üstesinden birlik olarak gelmiş, bazı canlılar bu durumun avantajını bir yaşam şekli haline getirmişlerdir. Alglerin ve mantarların karşılıklı yarar sağlayarak oluşturdukları birlikteliğe liken denir. Likenler bu durumun bir örneğidir fakat liken asla kendi başına bir canlı değildir. İki canlı arasında süren bir birlikteliktir.

 İnsanlar da; avcılık, toplayıcılık ve birden fazla insan gücüne ihtiyaç olan; inşa etme, yırtıcılara karşı kendini savunma gibi durumlarda birlik olmanın avantajını kullanmışlardır. İnsanların bir araya gelme iç güdüsü: bir işi birden fazla insanın ortaklaşa yapmasının daha az enerji gerektiren bir iş yapma şeklinden dolayı ortaya çıkmıştır. İnsan dışında, daha eski bir örneği doğadan verirsek; karşılıklı yarar sağlayan türlerin bir arada yaşamaları diyebiliriz. Az önce belirttiğimiz mantar - alg birlikteliği olan liken de bu duruma iyi bir örnektir. Doğa, doğal olarak ekonomik işler. Birbirleriyle karşılıklı alışverişle yaşadıklarında daha başarılı olan canlılar bu yolu seçerek evrimleşmişlerdir.

İnsanlar arasındaki birliğin; küçük ve özel bir örneği olan aile yapısının ilk oluşma aşaması da oldukça ilginç bir evrimsel adaptasyona dayanır, bipedalizm. Bipedalizm, yani iki ayak üzerinde durma, dişinin anatomik yapısında kritik bir değişime sebep olmuştur. Dört ayak üzerinde, yani iki el iki ayak üzerinde dururken; dişideki pelvisin açıklığı doğum için uygun yapıdaydı ve yavruların kafası henüz pelvisi esnetecek kadar büyük değildi. Fakat evrimsel süreçte hem güvenlik hem de yeni besin kaynakları bulmak için iki ayak üzerine kalkmak, pelvis yapısını daha dar bir açıklık oluşturacak şekilde değişmesi için teşvik etti. Bu süreçte ayrıca beynimiz de büyüdüğü için kafamız da büyüdü ve dişinin yavruyu doğurabilmesi için pelvisin esneyebilmesi gerekiyordu. Pelvis hem geniş olup hem de iki ayak üzerinde duramazdık. Çünkü dişilerin yürümesi, yırtıcılardan kaçması zor olacaktı. Ve nesli devam ettirebilme başarısı tehlikeli derecede düşecekti. Bu süreçte elbette dişilerin yürümesi, koşması bir noktada aksadı. Erkekler; normalde tek görevi olan dişiyi döllemeyi gerçekleştirdiklerinde terk eder, yeni dişi ararlardı. Çünkü doğasında bu vardı. Fakat nesil devamı bu durumda tehlikeye girdiği için yırtıcılardan kaçamayan dişiyi, dolayısıyla yeni nesli devam ettirecek yavruyu korumak için terk etmemeliydi. Böylece aile diyebileceğimiz o özel yapı oluşmaya başladı. İnsansıların doğası; dişilerde anatomik olarak, erkeklerde cinsel davranış olarak değişime uğradı. Artık erkeğin olabildiğince dişiyi döllemesi değil ailesini koruması doğal bir durum haline geldi. Aksine de aldatma dedik. Doğadaki çeşitli stratejilerin avantaj olmasının yanına da birlik olmak eklendi. Özellikle insansılar ve insanlar için...

 Sonuçta başarılı olmanın temel sebeplerinden birisi birlik olmaktı. Yerleşik hayata geçmiş olan bizlerdeki birlik olma içgüdüsü zaman geçtikçe körelmiş ya da belli başlı konulara indirgenmiş oldu. Yerleşik hayata geçme, teknolojik gelişmeler, keşifler yeni iş alanları ortaya çıkarttı. Böylece az bir iş varken çok fazla ortak noktası olan insanların ortak noktaları gittikçe daha fazla seyrelmiş oldu, bazı ortak yönlere sahip ufak topluluklara ise arkadaşlık dedik.


Bu, bilimin; öngörülebilirliği, geçmiş izlerden sadece bir kaç bilgiyle projeksiyon yapabilmesi ve aile gibi özel bir yapının nasıl oluştuğunu bize anlatabilmesi, oldukça etkileyici ve ilham verici olmalı...

22 Aralık 2021 Çarşamba

Sinek Kuşları Notları


    Ebabiller takımının sinek kuşugiller familyasında yer alan; Dünya'nın en küçük kuş türünü de içeren sinek kuşlarının muazzam hızlı metabolizmaları vardır. Bu sebepten ötürü sürekli beslenmek zorundadırlar. Sinek kuşları günde yaklaşık 3.14 - 7.6 kalori tüketirler. Eğer biz, bir sinek kuşunun metabolizmasına sahip olsaydık; bu harcanacak enerjiyi karşılamak için günde yaklaşık 150.000 kalori tüketmemiz gerekirdi. Yani sinek kuşlarının metabolizma hızı bizim metabolizma hızımızın yaklaşık 70 katıdır. En küçük türü olan arı sinek kuşlarının boyu ortalama 5 - 6,1 santimetredir. Bozuk para ağırlığında olmaları ve vücut ağırlıklarının % 25'inin güçlü göğüs kaslarından oluşması bu kuşları müthiş uçma yeteneğine sahip canlılar haline getirir. Havada 80 km/saat sürate ulaşabilen bu kuşlar ayrıca geriye doğru uçabilen tek kuş olma özelliğine sahiptir. Normalde kuşlar kanatlarını aşağı - yukarı çırparlar. Fakat sinek kuşları tıpkı böceklerde olduğu gibi kanatlarını ileri- geri çırparak havada yatay bir 8 (sekiz) çizerler. Kaynaklara göre farklılık göstermesiyle birlikte kanat çırpma sayıları saniyede 10-15 defa ile 80 arasındadır. Rekor seviyede; saniyede 80 kez kanat çırpma örneği Calliphlox amethystina türündedir. Böceklerde saniyedeki kanat çırpma miktarı yüzlere hatta binlere kadar çıkar. Fakat bir kuş için en hızlısı sinek kuşlarıdır. Ayrıca sinek kuşları, homeotermik (sabit vücut sıcaklığı) canlılar arasındaki vücuduna oranla en yüksek metabolizmaya sahip canlıdır. Sinek kuşlarının en iyi olduğu kulvar bir kaç tane değildir. Bir diğeri de dil uzunluğudur. Vücuduna oranla dünyanın en uzun diline sahiptir. Bu bir insanın 1 (bir) metre dili olmasıyla eştir. Uzun sivri, iğne şeklindeki gaga; nektarlarla beslenen kuşlarda ortak bir özelliktir. Ucu çatallı dilleriyle nektarlarla beslenen sinek kuşları ise sürekli beslenmek zorundadırlar çünkü dediğimiz gibi metabolizmaları çok hızlıdır. Bu metabolizmanın hızını; kalp atımının dakikada 1260'a kadar çıktığını düşünürsek, bu denli enerji alımının zorunlu olduğunu söyleyebiliriz. 

Çok küçük ve çok hafif olmaları bazı koşullarda bireyler arası rekabeti tetikler. Tropik bölgelerde yaşam sürdürdüklerinden bu koşullardan başta geleni yağmurdur. Beslenirken havada durmak zorundadırlar ve bir yağmur damlası dahi dengelerini bozabilmektedir. Bu yüzden yağmur esnasında beslenme zorlaşır. Rekabet, yağmur biterken en yoğun noktasına gelir. Çünkü yağmur yağarken sabit duramazlar, tüyleri ıslanacağı için kanat çırpmak zorundadırlar. Bu enerji kaybı da yağmur sonrasındaki sıkı rekabeti beraberinde getirir. Havada asılı durmak için gereken enerji, neredeyse Dünya'daki tüm aktivitelerden daha fazladır. Bizim böyle bir enerji tüketimine dayanabilmemiz için dakikada bir kutu gazlı içecek içmemiz gerekir. Bu enerji alımı mümkün olduğunca kesintisiz olmalıdır, eğer sinek kuşları 10 dakika gıda almazlarsa bu enerji tüketimiyle yaşamsal aktivitelerini kaybedebilirler. Uzun göç dönemlerinde hayatta kalabilmek için yedek besin olarak yağ depolarlar. Bu depolama, vücut ağırlıklarını % 45 - 50 oranında artırır ve sonuçta maksimum uçuş süresini uzatmış olurlar. 800 kilometre hiç durmadan göç uçuşu yaptıkları gözlenmiştir.  Ayrıca beslenmedikleri gece vakitlerinde, kış uykusuna benzer bir uyuşukluk durumuna girerler. Bu esnada kalp atışlarını dakikada 80 - 150' ye kadar düşürebilirler. Oransal ifade edersek; geceleri metabolizmalarını, normal metabolizma hızlarının 1/15'ine kadar düşürebilirler. Bu müthiş bir metabolizma kontrolüdür ve yüzey alanı - vücut ısısı ile ilişkilidir.

Dişi Sinek Kuşlarının Evrimsel Adaptasyonu 

Bir araştırmaya göre dişi sinek kuşları, erkek sinek kuşlarının çiftleşmek için rahatsız etmesini önlemek adına bir adaptasyon geçirmiş. 

İncelenen türün erkekleri, parlak mavi kafa ve boyuna sahipken, türün dişileri normalde düz renklere sahip olması gerekiyor. Fakat türün dişilerinin %30'u erkekler gibi parlak mavi renklerde olduğu gözlemlenmiş. Dolayısıyla erkeklerin bu parlak renkli dişileri daha az rahatsız ettiği görülmüş. Bu sayede dişiler daha uzun süre beslenebilmişler. Araştırıcılar; dişilerin bu adaptasyonu erkekleri etkilemenin aksine ilgiden uzak kalabilmek ve daha sık beslenebilmek için geliştirdiğini düşünüyor.