Blog Listem

28 Kasım 2021 Pazar

 Öngörülebilirlik açısından hiçbir bilim dalıyla mukayese edilemeyecek olan biyoloji bilimi, şu an Dünya'nın geleceği için hayati öneme sahip bir görevi üstlenmektedir. Sebebi bariz olmakla birlikte, biyoloji bilimi, Dünya'yı kurtarmak için çok az zamanımızın kaldığını da açıkça söyleyebilmektedir.

 Geçmişten ders alarak geleceğe biçim vermek; detaylı planlama yapabilmek, yeterince öngörebilir olmak adına fevkalade önemli bir unsurdur. Öngörebilir olmanın bu gibi durumda en güzel armağan olması, felaket denebilecek durumlardan sıyrılabilmeyi gerektirir. Bunu başarabilmek için de, öngörülen duruma hazırlıklı olmak gerekir. Yeterince bilgi toplamak, bunları tasnif ve tasdik etmek hazırlığın en önemli aşamalarıdır.

  Uzunca bir süredir tüm dünya halkının kendi arasında doğru ya da yanlış bir şekilde konuştuğu, tartıştığı küresel ısınma konusu bugün uluslararası anlaşma hazırlanacak düzeyde, ciddiyeti maalesef yeni anlaşılmış bir olgudur. Isınmaya bağlı olarak felaketlerin 2027 yılında başlaması bekleniyor. Ki bu bazı insan merkezci bilim insanlarının çıkardığı bir tarihtir. Aslında felaketler; sanayi devriminin bıraktığı atıkların bir süre birikip, artık doğanın tolere edemeyeceği noktadan beridir olmaya devam etmektedir. Bugün çok yakın dönemde yaşadığımız; yağış rejimine bağlı olarak meydana gelen afetler bu çığ kütlesinin arttıkça, daha kısa sürede bile etkili olduğunu bize adeta haykırır derecede gösteriyor. Burada bir saptama yaparak yağış rejimini en anlaşılır şekilde özetlemek istiyorum. Yağıştan kastımızı yağmur olarak ele alalım. Öncelikle dünya üzerine düşen yağmurun artması ya da azalması söz konusu değildir. Örneğin; ilkokulda hatta belki anaokulunda bize öğretilen o yağış şemasını gözümüzün önüne getirelim, işte o şemanın dışına suyun/yağışın çıkması ya da girmesi söz konusu değildir. Yani dünyaya düşen yağmur miktarı her zaman olduğu gibi bugün de aynıdır. Peki farkı nedir? Neden seller oluyor, kuraklık oluyor? Cevabı basitçe şudur ki: dünyaya 365 güne yayılmış şekilde düşen yağmur artık 5 günde, 10 günde düşüyor. Bu yüzden gerekli zamanlarda su olmuyor ve kuraklık yaşanıyor, dengesiz şekilde gelen büyük yağışlar da sel felaketlerine yol açıyor. Isınmanın getirdikleri ve götürdükleri yazmakla bitmez. Bu yüzden bugün irdeleyeceğimiz tek konu karbon içeren atmosferin bize ne sağladığı, karbonun etkisinde önleyici rol oynayan canlılar olacak.


  Geçmişten ders almanın önemini vurguladık fakat bu konu üzerinde dururken ders alacağımız olgu geçmiş zaman değil, gelecek zaman olacak. Nasıl olabilir derseniz, önce Venüs gezegenine kısa bir değinmek, onun üzerinden ilginç bir konuya geçiş yapmak istiyorum. Venüs Güneş Sistemindeki en sıcak gezegen unvanının yanında bir de herkesten aykırı dönüşüyle öne çıkmaktadır. Güneş'e en yakın ikinci gezegen olan Venüs çoğu gezegenden farklı olarak kuzey kutbundan bakıldığında saat yönünde döner. Kendi etrafında dönüşü yani bir günü, Güneş'in etrafında dönüşünden yani bir yılından daha uzun sürer. Ancak bugün bize desteklik sağlayacak özellikleri bunlar değildir. Venüs'ün atmosferi % 96 oranında karbondioksit, % 3,5 moleküler nitrojenden oluşur. Eser miktarda kükürtdioksit, karbon monoksit, argon ve helyum içerir. Gezegenin sıcaklığı kaynaklara göre farklılık göstermekle birlikte Venüs'ü araştırma ve keşifler yapma konusunda yarışta olan uzay ajanslarındaki rakamlar şöyledir: NASA (475 santigrat derece), Rusya Uzay Ajansı (462 santigrat derece). Öyle ya da böyle bu sıcaklığın kurşunu dahi eritecek bir sıcaklık olduğunu biliyoruz. Gezegenin yüzeyinde bulunan eriyik kurşun da bunun bir kanıtıdır. Bugün bu sıcaklığın sebebinin karbondioksit olduğu ve dünya ile kıyasının ilginç bir örneğini de sizlere sunacağım. Venüs atmosferi Dünya atmosferinden 100 kat bazı kaynaklara göre 90 kat daha yoğundur. Venüs'te su gaz halinde bulunur. Yüksek sıcaklık ve yüksek basınç suyun yoğunlaşmasına asla izin vermemiştir. Bu yüzden "okyanuslarla kaplı bir gezegen" demek doğru olamaz. Ama belki "okyanuslarla kaplıydı" diyebiliriz. Dünyamızın geleceğinin bu olmaması ümidiyle geçen her gün, maalesef bu tehlike yaklaşmaya devam ediyor. Dünya ile farklarından bir diğeri de Güneş rüzgarlarına tepkileridir. Güneş rüzgarları; Güneşten gelen yoğun elektron ve atom altı taneciklerinden oluşan bir dalga şeklindedir. Dünya bu rüzgarların etkisinden, uydusu Ay sayesinde bir nebze uzak durabilir. Ay ve Dünyanın manyetik çekim etkisi, gelen bu rüzgarların çoğunu uzaya fırlatır. Kuzeyde geceleri görünen müthiş renkli ışımalar (kuzey ışıkları) bunun sonucudur. Fakat Venüs'ün kendi ekseninde dönüşü inanılmaz yavaş olduğundan manyetik bir alan da oluşamamıştır. Bu yüzden Güneş rüzgarlarından nasibini oldukça fazla alır.


Dünya'nın bir Venüs olmasını bu güne kadar engelleyen metabolik aktiviteleriyle kalsiyum karbonat (CaCO3) depolayan canlılardır. Denizde yaşayan kabuklu canlıların kabukları bunlara örnek olmakla birlikte, foraminifer gibi bazı mikroskobik canlılar da kalsiyum karbonat depo eden bir diğer önemli canlı grubudur. Süngerlerin ve mercanların iskeletlerinde, yeşil ve kızıl algleri de içeren bazı alglerde de kalsiyum karbonat birikimi görülür. Alglerin makroskobik yapılarında çoğunlukla su akıntısına karşı destek görevi gören, bir nevi iskelet görevini üstlenen kalsiyum karbonat birikimi görülür. Bazı canlılar karbon emilimini ve depolamasını o denli yapar ki geçmişte yaşanmış yok oluşların bir kısmının sorumlularıdırlar. Özellikle siyanobakteriler, dünyanın kendisini ısıtıp soğutmasındaki bu döngüyü pervasızca kırarak yok oluş denen, canlıların %90 ve üstünün yok olmasıyla sonuçlanacak durumlar yaratmışlardır. Yine de Dünyaya en çok katkıyı yapan, bugünkü canlılığın oluşumunda büyük rolü olan canlılardır. O yüzden onları bir şeylerden sorumlu tutarken iki kere hatta üç kere düşünmemiz gerekir. Siyanobakteriler bize geçmişe dair bilgi vermekte de önde gelir: Dünyadaki oksijenin yaklaşık %50sinden sorumlu siyanobakterilerin ipliksi yapılarıyla, kalsiyum karbonatın bir araya gelerek katmanlı bir çökelti oluşturduğu yapıya stromatolit denir. Bir diğer deyişle yaşayan fosil de denen stromatolitlerin ve diğer kalsiyum karbonat çökellerinin bizim için diğer bir önemi ise bize geçmişe dair bilgiler vermesidir. Büyük bir mantara benzeyen bu yapılar sığ sularda, günümüzde yalnızca Batı  Avustralya'da bulunur. 

Dünya, oluşumundan bu yana birçok kez soğuyup ısınmıştır. Bu ısınmanın da soğumanın da sebebi büyük çoğunlukla karbondioksit miktarındaki artış ve azalıştır. Venüs'teki karbondioksitin yoğunluğunun sebebi, hiçbir zaman karbondioksiti metabolik olarak kullanan ya da depolayan canlıların bulunmaması ya da bunu sağlayacak bir mekanizmanın olmamasıdır.

Özetle Dünyamızı bir "Venüs" olmaktan kurtaran, çoğunlukla karbonu depo eden ve metabolik aktivitelerinde kullanarak karşılığında ortama oksijen veren canlılardır. Ama burada el üstünde tutmamız gerekenler karbonu depo eden ve tabiri caizse piyasaya sürmeyen canlılardır. Çünkü şuan yaşadığımız "yok oluş" doğal yollarla gerçekleşmeyen ve geçmişteki yok oluşlara nazaran çok kısa sürede gerçekleşen ve gerçekleşmeye devam eden bir durumdur. Bu bizim kendi kendimize yaptığımız bir intihar girişimidir. Bizi bu felaketten kurtaracak canlı topluluğunu koruyup kollamak en ön amacımız olmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder